Dr. Ramazan Tuzla
Dr. Ramazan Tuzla Okuryazar oranımız

Okuryazar oranımız

Yazımıza verdiğimiz başlığa, ‘nedir’ sorusu ile devam edersek, kolay bir istatistik sorusu sorulduğunu zannederiz ve cevabımız hazırdır.

Ülkemiz insanının okuryazar oranının yüzde doksan dokuz olduğunu bütün rakamlar söylemektedir ve bu sonuca itiraz edeni duymadım.

Bu satırlar, küçük de olsa bu sonuca itiraz maksadına mâtuf olarak kaleme alınmıştır.

Ülkemizin okuma yazma bilen insanı, belki toplam nüfusun yüzde doksan dokuzunu oluşturmaktadır ama okuryazar oranımızın ancak yüzde bire karşılık geldiğini düşünenlerdenim.

Kendimin de bu yüzde birin içinde olmadığını ifade edeyim ki, herhangi bir enaniyet kokusuna mahâl vermeyelim.

Bu girişten sonra, ‘okuryazar’ kavramını kavrayabilmek için biraz çalışalım.

Okuma yazma bilmek ile okuryazar olmak arasındaki en temel fark, kanaatimce idraktir. Okuma yazma bilmenin göstergesi alfabeden haberdar olmaktır. Okuryazar olabilmenin göstergesi ise anlayış ve seziş kabiliyetini ortaya koymaktır.

Şu örneğimiz anlatmak istediğimizi netleştirebilir:

Şu an hâlâ müfredatta var mı, bilmiyorum ama bir aralar ortaokul öğrencilerine ‘medya okuryazarlığı’ dersini seçmeli ders olarak sunmuşlardı.

Medyanın alfabesi farklı mı ki, ‘medya okuryazarlığı’ kavramını kullanma ihtiyacı hissettik?

Anlıyoruz ki, okuryazarlık kavramı, ilk defa burada gerçek anlamı ile kullanılmış. Medya neyi, nasıl verir; gizlediği maksadı nedir; mesajın içeriği alt mesajlar da içeriyor mu gibi soruların cevabı, medya okuryazarlığının kazandırılması ile verilir.

Bu somut örnek, okuryazarlık kavramını böyle şekillendiriyorsa, bizim yüzde doksan dokuzumuz okuryazar mıdır, yoksa okuma yazma bilenlerden mi oluşuyor?

Benim cevabım, okuma yazma bilen oranımız yüzde doksan dokuzdur ama okuryazar oranımız yüzde birdir. Bunu nasıl bir tespite dayandırdığımı sorarsanız, karşınızda çâresiz kalırım. Ancak, okuryazarlığı, sadece okuma yazma bilmek olarak görmeyeceksek, beni çâresiz bırakan durumun aksini ispat etmeye çalışanlar da çâresiz kalır.

Alfabenin getirisi olan okuma yazma bilme, okuryazarlığın getirisinde, kendini bilme ve kendini konumlandırmaya döner.

Okuma yazma bilen, cümleleri dilinden döker, bir metne bakarak kalemine mesai yaptırır. Okuryazar olan ise, gözünün gördüğü cümleleri önce gönlüne okur, sonra taklitten uzak bir şekilde kalemini kullanarak kemal bir şahsiyet kazanmak için cümleler dokur.

Okuma yazma bilmek, sıradanlıktır; okuryazarlık ise özgünlüktür ve de özgürlüktür.

Buraya kadarki ifadelerimizde anlaşılamama korkusuyla şunu da diyelim: Okuma mesaisindeki yerimiz belli maalesef. Peki, yazan insanımızın sayısı ne kadar?

Yazmak, çok önemli bir meşguliyettir de; bu yazma işini adımızı soyadımızı yazmaktan, bize sorulan sorulara yazılı cevap vermekten, bir metinden yazı yazmaktan ibaret görürsek, bu ne kadar yazmaktır?

Elimizdeki bir metini okuyarak başka bir sayfaya o metindekileri yazmak, yazı yazmak değil aktarmaktır. Hatta temiz bir sayfayı kirletmektir.

Capcanlı bir örnek vereyim.

Dedelerimiz Malazgirt’i, Mohaç’ı, Viyana’yı ve Çanakkale’yi gördü. Bu olayların anlatımları hep tarih kitaplarındadır. Bireysel anıları bulmak çok zor.

Biz de daha dün 15 Temmuz’u yaşadık. Hangi birimiz bu 15 Temmuz’un birkaç gününü kendi gözünden kayıtlara geçirdi, kendi gözünden yazdı?

15 Temmuz’a nasıl geldiğimizi kim okuyabildi ve okuduklarımızı hangimiz yazabildi?

Hangimiz okuryazar oldu?

Bu soruya cevabımız ‘ben yazdım’ şeklinde çoğunluk cevabını oluşturacaksa, yazının bundan sonrası ile vakit kaybetmeyin ve hepinizden özür diliyorum.

Yok, eğer hâlimiz vicdanımızla muhasebeleşiyorsa ve ‘kalem oynatmadım’ diyenlerimiz çoğunlukta ise, bu cevaptan dolayı aklını oynatmamaya imkân var mı?

Elbette aklımızı oynatmayalım ama aklımızı başımıza almanın zamanının gelip geçtiğini de görmezden gelmeyelim.

Okuma yazma bilmeyi an itibariyle bir meşguliyet olarak görmek, okuryazarlığı ise dünün, bugünün ve yarının sorumluluğunu üstlenmek olarak görmek zorundayız.

İçinde ‘okumak’ geçen deyimlerimizi ve atasözlerimizi sayacak olursak, çok azının alfabeden haberdar olmaya işaret ettiğini görürüz.

Birkaç örnek:

Okul okumak, canına okumak, bildiğini okumak, bela okumak, babasına rahmet okutmak, içini okumak, gazel okumak, esamesi okunmamak, gözlerinden okumak…

Okuma yazma bilen, karşısındakinin gözlerinde ne yazar ki okusun? Okuryazar olan ise, ‘gözler kalbin aynasıdır’ der ve başlar okumaya. Dünü bilir, günü okur ve idrak ile yarını dokur, korur, kollar.

Tekrar medya okuryazarlığı için birkaç kelime edelim ve fazla dağıtmadan toparlayalım, toparlanalım.

Algı yönetimi, günümüzün en çok satan kavramlarından biridir.  ‘Bana algı operasyonu yapıyorlar’ diyenimizden geçilmez oldu.

Algı yönetiminin ideolojik aygıtı hiç şüphesiz ki medyadır. Medya konusundaki okuryazarlığımız, bugün bizim en çok ıstırabını çektiğimiz eksiklerimizden biridir.

Dört beş yıl öncesine kadar, medya yoluyla bu Milletin masumlarının zihinlerine kasteden bir ihanet çetesinin varlığından haberdar olanımız neredeyse çıkmadı. Bu ferâset eksikliğimiz bize çok pahalıya mâl olacaktı. Allah korudu.

Bu yüzden, özellikle medyaya yönelik bir okuryazarlık seferberliği başlatmanın ve algımızı yönetmeye çalışanlara karşı uyanık olmanın zaruretini hepimiz görmek zorundayız.

Okuma yazma bilen oranımızla kendimizi kandırmayalım. Okuryazar oranımızı yüzde birden yüzde beşlere, yüzde onlara çıkarabilirsek, o zaman kendimizi kandırmak zorunda kalmayacağız.

Şunu kabul edelim. Okuryazar olmak için okuma yazma bilmek zorundayız ama okuma yazma bilmeyi okuryazar olmak olarak göremeyiz.

Kurtuluşumuz bu idrak eşiğini aşmamızda yatmaktadır.

Ben böyle inanıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Dr. Ramazan Tuzla Arşivi