O adam hüzün doluydu
Durgundu hep, dalgındı.
Uzak diyarları özler gibi bakardı ancak, özlenen bir adamdı. Uzakları tarardı hep, gözleri hafif kapalı, dalardı.
Konuşmayı sevmezdi, lakin susmak onun harcı değildi. Anlaşılmadığından şüphe ederdi, belki de imanı şüphesinden sonra gelmişti. Anlaşılmamak için bir gayret sarf etmez lakin en iyi de kendini dinletirdi.
Yüreğinde hep bir sevda taşır, kem göz iliştirmezdi. Can yarası vardı yüreğinde kim bilir, bir nefes aşk yaşamış mıydı? Bir kamışlık yol vardı önünde, nefesini verirdi. İnce ve cam kırığı gibi bir ses duyulurdu evinden ve derinden. Evi mezarlığa yakındı, ölüme daha yakındı.
Durgundu hep dalgındı.
Ulu bir dağ gibi beklerdi yollarda, ne bir otobüs ne bir tren onu almak cesareti gösteremezdi. Durduğu yer bahara döner ama son mevsim gelmezdi.
Tanımazdı pek, tanınmazdı ama onsuz sohbete başlanmazdı. Yüzündeki o derin anlamı konuşurdu bilenler, söylediklerinden ziyade söylemedikleri iz bırakırdı.
Adam olalı yaşı kadar olmuştu. Çocukluğunu bilen yoktu ama onun çocukluğu gibi yaşamaya olsun diye imrenilirdi. Güldüğünü pek gören olmamıştı tebessümünden. Bir alev taşırdı sanki elinde.
Yürürdü yağmurda, hep ileri bakarak, mahzun ama mahcup değil, mağrur ama ezilmiş değil. Islanırdı ve yağmur sanki onun için yağardı. Biraz deliler, onu görünce hazır ola geçer, gözlerinin içine bakardı. Yağmur sabahları onlarla duaya çıkardı.
İçli şiirler söylerdi yağmura dair ve öyküleri hep hüzne dair. Kalem elinden düşmezdi, yazdığı tek satır yoktu oysa. Okuduğundan kimse şüphe etmezdi oysa tek bir Kitap taşırdı koltuk altında.
Hüzün doluydu, üzüntü değil lakin. Vefalı bir dağ lalesi, cefalı bir çınar gibi hüzünlüydü. Hüzün mü yakışmıştı ona, yoksa o mu hüzne layıktı bilen yoktu.
O adam hüzün doluydu.