Prof. Dr. Önder Kutlu
Prof. Dr. Önder Kutlu ‘NE İSTEDİLER DE VERMEDİK?’

‘NE İSTEDİLER DE VERMEDİK?’

Demokratik toplumlarda usulüne uygun şekilde seçilen hükümetler toplum adına karar verme görev ve sorumluluğunu üstlenirler. Temsil müessesesi uyarınca halkın oyunu almayı başaran siyasiler siyasal süreçte sadece ‘kendileri’ değil, aynı zamanda temsil ettikleri insanlardır. Bu nedenle onlarla ilgili değerlendirmelerde mutlaka temsil ettikleri kitleleri de hesaba katmak gerekir. Siyaset bilimi böyle söyler.

Toplum adına karar verme, her konuyu ve her politikayı kapsar. Bunun en önemli parçası sosyal, siyasi ve ekonomik ‘değerlerin’, ‘kaynakların’ toplumda dağıtımıdır. Yani, siyasi aktörler verdikleri kararlarla toplumsal ‘zenginliği’ toplumsal kesimler arasında paylaştırırlar. Bu her sistemde/ülkede böyledir. Demokratik ya da anti-demokratik olması fark etmez.

Siyasi iktidarın bu gücünü bilen kişi veya gruplar iktidarı ‘etkilemek’, ondan ‘makul’ taleplerini elde etmek isterler. Bunu da legal ‘örgütler’ aracılığıyla yaparlar. Terör örgütleri illegal yapılara örnektir. Onlar da belli ‘talepleri’ gerçekleştirmek için çabalarlar. Bir toplumdaki örgüt sayı ve çeşidinin fazlalığı, farkı menfaatleri temsil etme potansiyeli nedeniyle, olumlu olarak değerlendirilir. O nedenle, ‘demokratik toplumlar örgütlü toplumlardır’ diyoruz. Aynı sebeple ‘Sivil Toplum ve katılım önemlidir’ diyoruz.

Malum, 17 Aralık sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ifade edilen ‘ne istediler…’ konusu polemik konusu yapılıyor. Oysa bunda yadırganacak bir durum yok. Kişiler ve gruplar iktidardan belli konularda talepte bulunurlar. Dini özgürlükler, siyasi hürriyetler, sosyal ve kültürel talepler konunun belki manevi boyutuna, ekonomik isteklerse maddi boyutuna tekabül eder. Talepler illa maddi olacak diye bir şey yok.

Talepler ve isteme yol ve yöntemi kanuni olmalıdır. 6 – 7 Ekim olaylarında ‘isteme’ illegal yolla yapıldı; sokaklar ve kamu binaları yakıldı, yıkıldı. 17 Aralık’a gelen süreçte isteme gene hukuki olmayan şantaj, sabotaj, suikast gibi yollar kullanıldı. Adeta siyasi iktidarın ‘kolunu bükme’, milli iradeye ‘kastetme’ boyutuna vardı.

Aslında, iktidar sadece hükümet anlamına gelmez; belediye, üniversite, bürokrasi veya özerk kamu kurumları olabilir. Önemli olan kamu gücünü kullanıyor olma ve kamuya ait kaynakları dağıtma durumudur.

Hatırlayalım: Kamuda başörtüsü yasağının kaldırılması konusunda Memur-Sen 12 milyon imza toplamıştı. Aleviler hükümetten bir takım hakları talep ediyorlar; Alevi Dedelerine maaş ödenmesi gündemde. Anadilde eğitim hakkı ‘istendi’, ‘verildi’. İş dünyası her gün kendi taleplerini ifade ediyor. Dernekler, vakıflar sürekli kamudan talep halindeler, isteklerini belirtiyorlar. Hepimiz, her gün bir şeyler istiyoruz. Bir kısmı karşılanıyor bir kısmı ise karşılanamıyor. İktidar imkânları ölçüsünde talepleri değerlendirir. Ön şart legal olmasıdır.

Daha önce legal yol ve yöntemlerle iktidardan istekleri olduğunu düşündüğümüz, ama 17 Aralık’la iyice gün yüzüne çıkan ‘paralelci’ler, illegal taleplerde bulundular. Aksi ispat edilinceye kadar taleplerine ‘illegal’ diyen çıkmadı. Ne zaman ki, ‘tehdit’, ‘şantaj’, ‘sindirme’ yollarını ‘alenen’ kullandılar, o zaman kendilerini hukuk dışına ittiler.

‘Erdoğan kendi diliyle bunların taleplerini yerine getirdiğini itiraf etti’ yaklaşımı, yukarıda açıklanan temeller nedeniyle, doğru değil. Zira toplumsal talepler, eğer hukuka uygunsa, devletin kaynakları müsaitse ve hükümetin ve toplumun eğilimlerine aykırı değilse, iktidarca karşılanabilir. İktidar sahipleri toplumdan gelen isteklere cevap verir. Vermesi beklenir. Verirse iyi olur.

Öğrendik ki ‘paralelciler’ birtakım illegal yol ve yöntemlerle kamu gücünü kullananları tehdit etmişler, tuzak kurmuşlar, delil üretmişler, şantaj yapmışlar. Sonuçta verilecek kararların yönünü etkilemişler. Bunu da kabullenemeyiz. Bunlara ‘cevabı’ siyasi iktidar verir. İllegal ve abartılı talepleri ‘tırpanlanır’. Bundan daha tabii bir şey olamaz.

‘Kanunsuzlukla’ mücadele ‘kanuni’ yollarla yapılmak durumundadır. Hukukun çizdiği sınırlar aşılmadan, karşı tarafın düştüğü hataya düşülmeden ve masum insanların zarar görmesi engellenerek mücadele edilmelidir. 14 Aralık davası’na bu şekilde bakıyorum. Makul şüpheye sahip olmuş ki, mahkeme tutuklama yapmış. Yeterli deliller mevcut ki, iddialar kabul edilmiş. ‘Paralelle’ mücadele bu mantıkla sürdürülecek…

Üzerinde durulması gereken nokta, kullandıkları illegal yollar nedeniyle ‘paralelcilerin’ sistemin dengesini bozmaları, normal olanı bile anormal olarak değerlendirmemize neden olmalarıdır. Sivil toplumu, sosyal, ekonomik ve kültürel grupları ‘talep edemez’, iktidarı ‘yönlendiremez’ hale getirdiler. ‘Kötü örnek, örnek olmaz’ ilkesinden ayrılmamak gerekiyor. Aksi durumda toplum olarak, ‘temsilcilerimizden’ bir talepte bulunamaz hale geliriz ki bu da demokrasinin özüne aykırıdır. Vekil, müvekkilini dinlemez hale gelir.

İllegal yollarla ‘edinilenler’ her zaman geri alınabilir. Siyasi irade bu konuda karar alabilir, adli süreçler zaten bu gibi durumlar içindir. Birileri yanlış yapacak, yargı da düzeltecek. Peki, yargı yanlış yapabilir mi? Tabii ki. O zaman gene siyasilere iş düşer, yanlış yapma imkânını ortadan kaldırmaları gerekir. Nitekim geçtiğimiz günlerde bu konuda yeni bir Yargı Paketi kabul edildi.

Siyasi irade toplum açısından ‘sigorta’ görevi yapıyor. Bizim irademizle şekillenmesi ve bizim adımıza yanlışı düzeltme potansiyeli nedeniyle siyasi sürece mutlaka sahip çıkmamız gerekiyor. Yanlışlarla mücadele sürecinin şeffaf bir şekilde yürütülmesi o nedenle önemli. Sürece toplum olarak bizler de destek vermeliyiz. Tarafımızı belli etmeli, ‘doğruya-doğru, yanlışa yanlış’ diyerek siyasi sürecin devamına katkı sağlamalıyız. Bu partizan olma anlamına gelmez, süreç tehlikeye girerse tüm siyasi görüşler, yaklaşımlar zarar görür. CHP’ye kasetlerle ‘ayar’ verilir. MHP’ye ‘ayar’ verilmeye çalışılır. HDP’ye ‘müdahale’ edilir. Bu herkese yönelen bir tehdittir.

‘Sorumlu’ pozisyondaysak ‘arınma’ sürecine katkı sağlamalı, illegal yapı ve isteklerle mücadele etmeliyiz. Yok, eğer değilsek en azından mücadele edenlere desteğimizi beyan etmeliyiz. Haksızlık karşısında susmak bize yakışmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Önder Kutlu Arşivi