NAMAZ KILMAYAN İLAHİYATÇILAR
Arap milletinde genellikle İslamiyet’in “babalarının malı” olduğu yönünde bir kompleks vardır ki, dinde bir miktar “yalama” olmalarına yol açmış görünmektedir. Dini en iyi kendileri bilirler, en iyi kendileri anlamışlardır, kendileri ve din anlayışları “asıl” diğerlerininki bir anlamda “talî”dir. Mushafı belden aşağıda tutmayı saygısızlık ve edepsizlik sayan, Peygamber Efendimiz’in adını söylerken ya da duyduğunda hemen toparlanan, hatta elini kalbine koyarak içtenlikle salâvat getiren Anadolu halkının tersine, Kur’an’a ve Yüce Resul’e karşı belirgin tonda bir laubalilik ve lakaytlık içindedirler. Kimileri bizdeki bu saygının içeriksiz ve bilinçsiz bir tavır olduğu kanısında olabilir. Kişisel olarak tamamen öyle olduğu kanısında olmamanın yanı sıra, söz konusu saygı ve sevginin çok değerli olduğuna da inanıyorum. Bazen hiç okumamış bir mü’min, bizden çok daha sağlam, derin bir iman ve sevgiyle yüklü olabiliyor. Aksine, okumuş sapıklara da çok sık karşılaşıyoruz. Her neyse…
Civataları iyice gevşemiş, saçı başı dağıtmış bu bakış açısının bir sonucu olarak Arabistan’da zaman içinde dine ve Yüce Resul’e karşı dikkate değer oranda bir ilgisizlik baş göstermiş, bize sıçrayalı da çok zaman olmuştur. Türkiye’de bu ekolü temsil edenler, ağzı iyi laf yapan, başka da bir özellikleri olmayan bazı kerameti kendinden menkul ilahiyatçılardır. Her zaman söylediğim gibi, tarihsel süreçte dinleri tahrip edip tanınmaz hale getirenler istisnasız her zaman o dinlerin ilahiyatçıları olmuştur.
Bizde, onların iki adet tanınmışı vardır. İsimleri lazım değil; ama pop star gibi televizyonlarda sürekli şov yaptıkları için onları herkes tanır. Biri, tam bir komedidir. Her gören gülmeye başlar. Diğeri ise, tam aksine fazla ciddîdir, saldırgandır, sürekli birilerine çatar, hakaret eder, aşağılar, kibir abidesidir, ağzı da çok daha iyi laf yapar; ama ikisi de kuru gürültüdür, ikisi de şovmendir. Birincisi namaz kılar mı bilmem; ancak ikinci ilahiyatçı namaz kılmaz, hatta Cuma namazlarını bile… Televizyonda bazı Cuma günleri ağzından salyalar akıtıp tükürükler saçarak konuşmaya başlar, kendisini izleyenler Cuma namazına gider, geri döner; ama o hala ağzını şişire şişire İslam’dan, Kur’an’dan söz ediyordur; oysa kendisinden başka kaynak kabul etmediğini söyleyip durduğu o kitapta vakit namazlarının ve Cuma namazının mutlaka kılınması gerektiği yönünde “nas” şeklinde açık seçik emirler vardır. Şimdi size soruyorum: Üstelik de dini para karşılığı anlatan bu şovmenleri dinlerken “Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma.” diyerek gülecek miyiz, yoksa sahtekâr olduklarını düşünüp elimizin tersiyle itecek miyiz? Herkes kendi kararını versin. Ben bu tiplere pek kulak vermiyorum, izlediğim zaman ise her söylediklerine kuşkuyla bakmayı yeğliyorum…
Bu arkadaş her fırsatta hadislerin doğruluğuna inanmadığını, hemen hepsinin uydurma olduğunu, bu nedenle bütün Müslümanların uçuk kaçık ezoterik saplantılara daldığını iddia ediyor. Ona inanan saftirikler de bilmeden, araştırmadan bu zırvaları tıpkı birer papağan gibi tekrar edip duruyor. Ben bugüne dek kendisinde ve cahil taklitçilerinde Allah ve Peygamber sevgisinin kırıntısına bile rastlamadım. Zaten o kötürüm zihniyetten ne sevgi çıkar, ne de içtenlik… O yüzden, hepsinde de İslam, Allah ve Resulü ile ilgili olarak tümüyle mekanik bir algı var. Düşünsel mimarîye aşkın ve duygusal ritimlerin eşlik etmediği dinden de, doktrinden de, ideolojiden de kimseye bir hayır gelmez…
Burada, üzerinde durmak istediğim bir tek nokta olacak…
Öncelikle, Kur’an’ın “temel” olduğunda hiçbir kuşku da yoktur, ihtilaf da… Bütün Müslümanlar, kitabın İslam’ın özü ve aslı olduğunda müttefiktir. Hiç kimse kimseyi hadisi ya da başka bir kaynağı kitabın üzerine çıkarmakla suçlama hakkına ve yetkisine sahip olamaz. Suçluyorsa ya Müslümanları tanımıyor ya da kendini haklı göstermek için utanmadan sıkılmadan iftira atıyordur; fakat Kur’an’ın sağlıklı ve doğru bir biçimde anlaşılmasının belli başlı kriterlerinin olduğunu bilmek zorundayız. Kur’an’ın en büyük müfessiri yine Kur’an’dır. Yani onu yine onun bütünlüğü içinde anlamaya çalışmak gerekir; ne var ki, bunun için kitabın bütününe iyi derecede hâkim olmak, başka bir deyişle kitabı çok iyi bilmek gerekir. Yoksa herhangi bir hükmü ile ilgili yorum yaparken o olayı kitabın bağlamına ve genel mantığına nisbet edemeyebiliriz.
İkinci kriterimiz ise, hadistir. Çünkü Allah’ın Resulü kitabın kendisine indirildiği, dolayısıyla onu en iyi anlayan ve bilen kişidir. Bu nedenle, sahabeleri onun hükümlerinin anlamları ve uygulama biçimleri hakkında sürekli bilgilendirmiştir. Örneğin Fatiha suresi nazil olduğunda sahabeler gelip kendisine “mağdûbi” ve “dallin” diye sözü edilen topluluklarla kimlerin kastedildiğini sormuş, o da “mağdubi” ile Musevîlerin, “dallin” sözü ile de Hıristiyanların kastedildiğini söylemiştir. Bu küçük bir örnektir. Konuyla ilgili olarak başka binlerce örnek verilebilir. Namaz olayı, daha çarpıcı bir örnek teşkil eder. Kur’an her olayın ayrıntısına girmediği gibi, namazın ayrıntılarını da vermemiştir. Bunu söylediğimiz zaman malum kimseler “Hayır! Vermiştir!” falan diyorlar. Eğer vermişse, kitabı açıp göstersinler, biz de görelim. Oruç ve haç gibi pek çok emrin de, namazın da nasıl icra edilmesi gerektiğini yalnızca Allah Resulü’nün sözleri ve uygulamaları ile biliyoruz. Aksi halde, hiçbirini nasıl yapmamız gerektiğini bilemezdik. Sabah namazı neden ikisi sünnet, ikisi farz olmak üzere dört rekâttır? Öğle namazı neden on, akşam namazı neden beş rekâttır? Her namazda sünnet ve farzların öncelik sırası neden böyledir? Sözgelimi sabah namazında neden sünnet önce, farz sonra kılınıyor? Diğerlerinde de aynı şekilde sünnet ve farzların öncelik sırası neden böyledir? Namazın içindeki kıyam, rükû ve secde gibi hareketler nereden çıkmıştır? Bunların her birinde neden belirli ayet ve dualar, üstelik de belirli sayılarla okunuyor? Daha birçok soru…
Bu iddianın sahipleri namaz kılıyor mu? Kılıyorlarsa, lütfen Allah’ın Resulü’nün öğrettiği şekilde kılmasınlar. Mesela amuda kalksınlar, yerde yuvarlansınlar, dombalak atsınlar… Çünkü hepsi uydurmaymış… Kitaptan başka kaynak kabul etmiyorlarmış… Kitaba uyan hadislerden başkasını kabul etmiyorlarmış… İçlerinden biri çıkıp kitabı baştan aşağıya tarasın da namazın icra şekliyle ilgili uygulamaların eldeki metne uygun olup olmadığını test etsin bakalım.
Gerçek şu ki, bu dini gönderen Allah kitapta onu korumayı da açıkça taahhüt etmişse (ki öyledir), Resulü’nün sözlerini de korumuş olmak zorundadır. Bu bakımdan, dinin bütün uygulamalarını öğreten Resulü’nün sözlerinin kaybolup gitmesine seyirci kalması inanılmaz bir saçmalık ve çelişki olurdu. Çünkü onlar kaybolmuş ise, dinin hükümlerinin uygulamaları da toz duman olmuş ya da olacak demektir.
Hadisi reddedenlerin istediği şey, “uydurma hadis” şayiasıyla Güllerin Efendisi’ni ve İslam’ın bunca yüzyıldır ana caddede kalmasını sağlamada garantör işlevi gören “nebevî yorum”u aradan çıkarmaktır. “Kitabı Peygamber yorumlamasın, biz yorumlayalım.” diye düşünüyorlar.
Şahsen ben “Kur’an’dan başka kaynak kabul etmiyorum.” diyenlerden biri olsaydım, kitabın bütün hükümlerini kendimce yorumlar, kafama göre takılırdım. Örneğin “namaz” kitapta “salat” diye geçiyor ve aynı zamanda “dua” anlamına geliyor. Bu bir konsantrasyon, bir trans, bir isteme halidir. O halde, evden seccadeleri kaldırın…
Söyleyin bakalım! Milyon tane İslam anlayışını doğurarak dini ana caddeden saptırıp helak edeceği çok açık olan bu mantığın sonu var mı?