Moody’s kararı sebep mi sonuç mu?
Dünya ekonomi gündemi FED kararlarını sindirmeye çalışırken, Türkiye’nin notunun da üç uluslararası kredi derecelendirme kuruluşundan biri olan Moody’s tarafından, “yatırım yapılabilir” ülke konumundan çıkarılmasıyla (Baa3’ten Ba1’e indirilmesiyle), ekonomi ajandamız hararetli ve hareketli günler geçirmeye devam ediyor. Anlaşılan o ki, özellikle ekonomi yönetiminden sorumlu yöneticilerin yaklaşımlarını görünce, ülke notumuzun daha uzun bir süre gündemde kalacağı anlaşılmaktadır. Ama yapılması gereken, bir an önce sığ, kısır popülist ve siyasi atraksiyon kokan yaklaşımları bırakıp, doğru ekonomi politikaları uygulamaya koyma aşamasına geçmeliyiz. Moody’s tarafından verilen not düşürme kararının, ABD ile sürdürülen Suriye, Fırat Kalkanı, PYD, DAEŞ gibi konularda Türkiye’nin takip ettiği politikalara karşı tepki olduğu, siyasi içerik ağırlıklı ve abartılı bir nitelik taşıdığı ortadadır. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var; ülkemiz ekonomisinin yapısal durumu çok mu iyi? yada Moody’s’in Türkiye’yi “yatırım yapılabilir” ülke konumundan çıkarmasıyla ilgili ortaya koyduğu argümanların hepsi mi yanlış? gibi sorulara, maalesef kolaylıkla cevap veremediğimiz anlaşılmaktadır. “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” atasözü gereğini, ülke ve birey olarak her konuda prensip haline getirmeliyiz. Önce kendimizin yapması gerekenleri yaptıktan sonra, karşı taraftan gelecek her türlü sürprize hazırlıklı olmalıyız. Reyting kuruluşları ülke ekonomilerini esneklik, büyüme potansiyeli ve ekonomik istikrar, ülke liderlerinin durumu, dış politika gelişmeleri, siyasi gündemdeki riskler, Merkez Bankası’nın bağımsızlık derecesi gibi kriterlere göre incelemektedirler. Bu tür uluslararası derecelendirme kuruluşlarınca (Standard and Poor’s (S&P), Moody’s, Fitch) incelemelere devam edildiğine, ülkenin ekonomik ve siyasi performansının geçmişine ve mevcut durumuna bakılarak yapıldığına, derecelendirme sonucunda ülkeler için verilen notların birçok ülkedeki yatırım yapacaklar tarafından ciddiye alınarak kullanıldığına göre, bu tür kuruluşlara bağırıp çağırarak aşırı tepki koymak yerine, yapılması gereken ülke ekonomimizin sorunlarını objektif ölçüler penceresinden bakarak belirleyip, kalıcı çözümler getirecek ekonomi politikalarını uygulamaya koymaktır.
Moody’s’in siyasi ve abartılı bir şekilde ülke notumuzu “yatırım yapılabilir” düzeyin altına indirdiği gerçeğini bir kenara yazıp ancak tek günah keçisi olarak gösterilmesi kolaycılığına da kaçmadan, konuya kendi ekonomik sorunlarımızın varlığı ve çözüm üretme açısından da bakılması gerekir. Enflasyon, işsizlik, yüksek teknoloji tabanlı imalat sanayi üretimine (tüketim ve kamu yatırım ağırlıklı) dayanmayan büyüme oranı, son iki yıl içinde ortalama %60’lar düzeyinde düşen petrol fiyatlarına rağmen 30 milyar dolar civarında seyreden ve petrol fiyatlarının artması yönünde beklentilerin gerçekleşmesi halinde artacağı da kesin olan cari açık ve bunun sonucu ortaya çıkan borçlanma, ithalata bağımlı ihracat gibi temel ekonomik sorunlarımızın varlığını kabul etmeliyiz. Biraz daha detaya inip ekonomik sorunlarımız; ekonomimizin kısa vadeli yabancı sermaye girişlerine bağımlı yapıdan kurtarılamaması, bankaların ve kamu yükümlülüklerinin Milli Gelirin dörtte birini aşması, finansal kırılganlığın artması, doğrudan yabancı sabit yatırımların düşüklüğü, Rusya krizinin başı çektiği turizm sektörünün olumsuz yansımasının beklenenden uzun ve maliyetinin yüksekliği, kurumsal yapının zayıflaması ve kalıcı argümanlara bağlı bir şekilde enflasyona düşüş trendi kazandırılamaması şeklinde sıralanabilir. Bununla birlikte coğrafi bölgesel kaynaklı Suriye merkezli terör faaliyetleri, başta ABD, İngiltere, Almanya ve Rusya olmak üzere bölge ülkelerinin çıkar çatışmalarından kaynaklanan savaş ortamına karşı uygulamaya koyduğumuz askeri girişimlerin ekonomik yansımalarının eklenmesi, artı halen süren OHAL’in devam etmesi veya etmemesi üzerine yapılan tartışmalar sonucu oluşan siyasi gerginliğin zirve yapması gibi sorunları çözmemiz gerekir. Bu gerçekler ortada iken siyasetçilerimizin ekonomik sorunların etrafında toplanmak biryana, vatan merkezli hassas konularda bile ortak hareket etmeyip birleştirici ve kalıcı çözümün çok uzağında kalmaları, ülkemiz adına bir talihsizliktir. Her olumsuzluk durumunda suçu başkalarına yüklemeye çalışarak, ülkemizi 2023, 2053, 2071 gibi bizim için anlam yüklü kritik eşik noktası olarak kabul ettiğimiz yıllara başarıyla taşımamız mümkün değildir. Artık millet, 1950’ler zamanındaki gibi değil, herkesin ne yaptığını, ne yapmak istediğini ve niyetinin ne olduğunu daha iyi bilen, zamanı geldiğinde ise cevabı demokratik yollardan veren hatta gerektiğinde canını feda etme pahasına tepkisini ortaya koyma olgunluğuna ulaşmıştır.
Ülkelerin ekonomik açıdan güçlenmelerinin yolu, önce kendi sorunlarını doğru bir şekilde ortaya koymaktan, genel çözüm önerilerini ülkelerin kendi toplumsal bünyelerine uygun şekilde dönüştürüp, siyasi gelecek endişesini bir kenara koyarak uygulamaktan geçmektedir. Ülke ekonomileri, ancak yapısal sorunların doğru olarak tespit edilip yapısal çözümler getirilerek, kalıcı istikrar kazanırlar. Değilse ABD, AB, Çin, Japonya gibi dünya ekonomisinin lokomotifi konumundaki ülkelerin gelişmelerine ve FED, ECB, WB, IMF, Uluslararası Derecelendirme Kuruluşları gibi özellikle küresel bazda önde gelen kurum/kuruluşların verecekleri haftalık, günlük kararlarına göre reel ve finansal ekonomi politikalar belirleyerek, ülkelerin refah seviyelerini kalıcı olarak yükseltmek olanaksızdır. Moody’s’in ülkemizle ilgili aldığı karar her ne kadar siyasi ağırlıklı olsa da sonuçtur, maalesef Moody’s’e bu fırsatı ekonomimizin verileriyle, biz verdik. Ülke olarak Moody’s gibi kuruluşlara ekonomik açıdan negatif anlamda değerlendirebilecekleri alanlar bırakmamalı, sürekli dilimizden düşmeyen reform paketlerinin gereğini yaparak daha çok çalışıp uygulamaya geçirmeli ve sonuçlandırmalıyız.
Soru: Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının kararlarının, ülkeleri etkileme gücü aynı mıdır? Neden?
Sözün Gözü: İnsanlar ikiye ayrılır, objektif olanlar ve objektif görünenler.