Modernleşmek İçin Yoga Nasıl Bir Çelişki?
Osmanlı Devleti'nin son yüzyılında, Cumhuriyet Türkiye'sinde, batının göreceli gelişmişlik seviyesine ulaşabilmek için gerçekleştirilen siyasi, sosyal ve kültürel hareketleri ifade etmek üzere "batılılaşma" kavramı kullanılmaktadır. Osmanlıların son döneminde batıya yönelişin amacı sanayii ve askeri müesseselerini içine alan değişme, gelişme, anlayışı iken bu; Cumhuriyet rejiminden sonra daha ziyade siyasi, sosyal, hukuki ve kültürel alanlarda bireylerin yaşamı merkezli ve kitlesel karakterli bir anlayışa evrilmiştir.
Cumhuriyet döneminin başlarında ifade edilen muasırlaşma, muasır medeniyet seviyesine ulaşma gibi tabirlerle ifade edilmiştir. Muasırlaşmak için siyasi, hukuki, sosyal, kültürel alanlarda; topluma rağmen bir takım değişim ve dönüşümler gerçekleştirilmiştir. Günümüzde artık batılılaşma kavramı yerine çağdaşlaşma veya modernleşme kavramları uygun görülmekle beraber çağdaş ve modern toplumlar olarak Avrupa ve Avrupa felsefesinin sosyal hayat tarzının hakim olduğu toplumlar kabul edildiği için batılılaşma veya Avrupalılaşma kavramları daha isabetli görünmektedir.
Toplum mühendisliği marifetiyle 1920'li yıllardan itibaren millet üzerinde, başlangıçta kanuni ve cebri yollarla başlatılan batılılaşma anlayışı, eğitim politikaları(hâlâ yürürlükte olan ve uygulanan Fulbright Antlaşması) algı yönetimleri ve medya propagandaları da kullanılarak toplumun bilinçaltında şöyle bir ön yargı ya da bilinçsiz bir ön kabul oluşturulmuştur. "Doğuya ait ne varsa kurtulduğumuz ve Batıya ait ne varsa kabul ettiğimiz zaman, daha modern, daha çağdaş, daha aydın, daha gelişmiş olacağız!"
Ancak doğudan kasıtın bin yılı aşkın süredir Müslüman-Türk toplumunun genlerine ve geleneğine işlemiş İslam Kültür ve Medeniyeti olduğu, buzlu camın arkasında flu bir imaj gibi gösterilmeye çalışılsa da, İslam Dini karşıtlığı eylem ve söylemler de açıkça görülmektedir. 1920'lerden başlayarak 2020'lere geldiğimiz 100 yıllık süreçte, kimlik ve aidiyet olarak Müslüman olduğunu, Anadolu'lu olduğunu, Batılı olmadığını söyleyen pek çok insan, giyim kuşam, yaşam tarzı, tercihler, beğeniler, hayata bakış açısı vb. pek çok alanda Batılı bir imaj çizme gayretkeşliğine düşmektedir. Ancak hem toplumu; kanunen, cebren, eğitim ve algı yönetimi yoluyla dönüştürmeye çalışan toplum mühendislerinin hem de bu kimliksizleştirme/geleneksel kimlikten koparma projesinde bilinçli veya bilinçsiz algı yönetimleri ile hayatı dönüştürülen büyük kitlenin ıskaladığı en mühim konu; insanın, sadece maddi bir varlık olmadığı, ruhunun ve manevi hayatının olduğudur. Bilinçaltındaki geleneksel manevi hayatın, zor zamanlarda, hayatın negatif durumlarında, çaresizlik anlarında sigorta gibi devreye girmiş olması kişilerin vicdanlarının, kimlik/aidiyet sorgulaması ile yüzleşmesine sebep olmuştur.
Maddi bir yaşam tarzı olarak yeme-içme kültüründen, giyim-kuşamına, mimarisinden alfabesine, dildeki sadeleştirme(yozlaştırılma/kadükleştirilme) hareketlerinden takvim vb. maddi hayata ait hususlar dönüştürülmüş olsa bile; Anadolu insanının manevi, ruhi yapısı ve ait olduğu geleneğin zor zamanlarda sigorta gibi devreye girmesinden dolayı, Anadolu insanı manevi bir dilemma ile karşı karşıya kalmıştır. Diyalektiğin kozmik evreninde apriori yaşamaya zorlanmıştır.
Çünkü, Batı Kültür ve Medeniyetinde ruhunu doyuracak manevi bağlar, istinatlar yoktur. Bu boşluğu Meditasyon, Yoga, TaiChi, Reiki, Feng Shui, Zen Felsefesi vb. Hint, Çin kökenli Uzakdoğu'nun manevi kültürü ile doldurulmaya çalışılmıştır. Bunlar başlangıçta spor, bedensel aktivite, psikolojik terapi, masaj gibi lanse edilmeye çalışılsa da artık mızrak çuvala sığmamaktadır. Budist, Maniheist, Brahmanist, Taoist, Hinduist inanışların bir nevi ibadetleri olan bu uygulamalar, yönünü batıya çevirmiş, ruhu boş kalmış, manevi yoksunluk yaşayan Anadolu insanına manevi bir terapi ya da yaşam reçetesi olarak sunulmaya çalışılmaktadır.
Uzak doğu'ya ait bu kültürler "New Age" çağdaşlaşmanın veya çağdaş yaşamın bir parçası olarak pazarlanmaktadır. Halbuki köklerimizin ait olduğu ve genlerimize yerleşmiş olan İslam Kültür ve Medeniyetinde ki namaz, murakabe, tefekkür, dua, tevbe, nefis terbiyesi gibi kavramlar manevi doygunluk açısından bize ait olan kavramlardır. İslam öğretisindeki günah-sevap, dünya-ahiret, cennet-cehennem, yaratıcı-kul, tevbe, dua, şükür gibi kavramlar,"Yaratıcının şah damarımızdan daha yakın olması", " Kalplerin yalnız Allahı zikretmekle mutmain olması." gerçeği görmezden gelinip ya da çağdışı gibi görülüp, Uzakdoğu dinlerinin büyüsel içerikli, kainatta neye karşılık geldiği, kimden ne istediği belli olmayan "mantra"larını söyleyerek şifa, afiyet ve manevi tatmin bulmaya çalışmak bir akıl tutulması ve zihinsel savrulmanın tezahürüdür.
Köklerinden koparılan Anadolu insanı, gördüğü her baltaya, sapı benden diye boynunu uzatan ağaçtan farklı bir görünüm vermemektedir. Yoga, meditasyon, Reiki, Feng Shui yaparak modernleşeceğini, modern dünya ile bütünleştiğini zannedenler, paranoid bir kriz yaşadıklarının farkında bile değiller. İslam'ı 1400 yıl öncesinin öğretisi görerek, İslamın ibadet anlayışını, gericilik yobazlık olarak değerlendirenlerin, 2500-3000 yıllık din ve kültürlerin ritüellerine çağdaşlık ve modernlik olarak sarılması, izahı nâmümkün bir akıl tutulmasıdır. Bazı şeyler göründüğü kadar masum değil...