Mesele seni aramak
Aramakla başladı geçici dünyanın geçici heyulası. Açken doymayı, sevilirken sevdayı, mutsuzken bahtiyarlığı, sağlıklı ihtiyarlığı… Bir çift güzel göz, gönül alan bir söz, dünyalık üç beş kuruş, ahretlik iki kuru lokma… Sahi neyi arıyorsun? Bulmayı arzu ettiğin şeyin, aramaya değecek kıymette olduğunu nasıl ve ne sebeple bildin?
Gözlerini açtığından beri verdiğin mücadele hangi arayışın adı olacak? Yazdığımız hikâyenin baş kahramanı olarak, yaşadığımız hikâyede kendimizi bulamamak nasıl bir tenakuz, farkında değil misin? “Bulamamak” gibi bir ihtimal de var ve bu ihtimal arayışta olmanın kaçınılmaz gerçeği.
Bu dünyanın en ücra köşelerinde kendi elinin değmediği bir yer arıyor insanoğlu. O yeri korumak kollamak için değil yeni bir arayışın kapısını açmak için gidiyor en uzak köşesine dünyanın. Kendi iç dünyasına çıktığı yolculukta arayıp bulamadığını uzayın derinliklerinde bulmayı umut etmesi insana verilen aramak ihtiyacından olsa gerek.
Geçici hevesler arıyor kimi zaman insan, teskin ve teselli bulabilmek için. Fani dünyanın kendini kandıran macerasında bedenî hazların peşine düşüyor. Güç arıyor misal; paranın, pulun, makamın mevkiinin gücüyle avunmak istiyor. Alıp harcadıkça, tüketip savurdukça arayışının anlam kazanacağına inanıyor. Lakin sonu gelmiyor harcayıp bitirmenin, yeninin peşine düştükçe eskinin hasretiyle yanıyor, yeniyi harcadıkça maziden antika eşyalar, siyah beyaz fotoğraflar arıyor.
Yola düşmekten çekinenler aradıklarını hemen yakında bulduklarını farz ediyor ya da bulduklarına kani geliyorlar. “Ya aradığın bu değilse” sualini ise hiç bulmamış gibi yapıyorlar. Yolu açmak mühim değil, zor da olsa, eziyet de verse “niyet varsa” yolu açacaksın lakin kiminle yürümeye gözün kesiyor bu yolu?
Arayıp bulduğumuz, nihayetinde toprakla doyacak gözüme yetebilecek mi? Bulduğuyla avunmak, bulduğuna şükredip kanaat getirmek de bize düşen değil mi? Hep daha fazlasını isteyip elindekinin kıymetini bilemeyen, çıktığı arayış yolunda elindekileri kaybetmenin de ihtimal olduğunu unutmamalı.
Aşkı arayanlar Leyla’nın Mecnun’u olmayı göze almalı, Kerem’in, Ferhat’ın azmi ve kararlılığı çıkılan yolda tek azıklarıydı. Peki Leyla’yı bulan Mecnun neden maşukuna sarılmadı da illa “Leyla” deyip aramaya devam etti. Dervişler yola düştü, şeyhini gördü de aramaktan beri durmadı. Şu aciz halimizle parayı bulduk, dünyalık bulduk, ev bark bulduk, makam mevki bulduk… Aramaktan vazgeçemedik, vazgeçmedik. Durup bitmedi arayışlarımız. Can aradık, canan aradık, kalbe sükûnet, göze fer, gönle huzur aradık. Kimi aradıklarımızın bizden önce bulunduğunu gördüğümüz zamanlar da oldu nitekim, canımız yandı lakin bu yangını da kendimizin aradığını hatırladık.
Bulduklarımız yetmiyor ve teselli etmiyor, “hayır, bu değildi” feryatlarımız son bulmuyor. Bulduğumuzu sandığımız şeyler zaten tekrar kaybolup gidiyor. Yoksa mesele “arayışın” kendisi mi, asıl olan “aramak” hakiki mesele “arayış yoluna” düşmek mi? Aradığın ne ise sen de osun. Bulduğun zaman değil aramaya devam ettiğin sürece kendinsin, nitekim kendini arıyorsun ey insanoğlu!