Macron, Fransa'daki Müslümanlara 28 Şubat Süreci Başlattı
Sarı yeleklilerin eylemlerini önlemede aciz kalan Fransa Cumhurbaşkanı Macron, yaklaşan seçimlerde yabancı düşmanı beyaz Fransızlardan oy devşirebilmek için Müslümanlar üzerinde 28 Şubat süreci başlatmıştır. 2015-2018 yılları arasında Fransa’da, aralıklarla yaklaşık iki yıl eğitim müdürlüğü ve hocalık yaptım. Ben orda iken Macron da hiç tahmin edilmeyecek şekilde, aradan sıyrılarak Cumhurbaşkanı olmuştu. Şimdi de giderayak, temel insan haklarını hiçe sayan baskı kanunları çıkarmak için kılıcı kınından çekti.
Hatırlarsanız, eski Türkiye’deki laik-Kemalistler, ordudan aldıkları güçle, “Cumhuriyeti koruma ve kollama” adına, 28 Şubat 1997 tarihinde, Müslümanların sesini kısmak, vakıf ve derneklerini baskı altına almak, bir kısmını da kapatmak, 15 yaş öncesi dini eğitime yasak getirmek, başörtüsünü yasaklamak, İmam-Hatip Liselerinin orta kısmını kapatmak, üniversiteye girişlerini engellemek için “Katsayı uygulamasını” getirmek suretiyle bir baskı ve sindirme süreci başlatmışlardı.
2 Ekim 2020 tarihinde yaptığı konuşmasında Macron da, başta “Cumhuriyet ilkelerini korumak” olmak üzere Türkiye’deki refiklerinin söylemlerinin hemen hemen aynısını kullanarak Fransa’daki Müslümanlara âdetâ 28 Şubat süreci başlatmıştır. Konuşmasında “Mücadele etmemiz gereken şey İslamist ayrılıkçılıktır (séparatisme islamiste). Bu bilinçli, kuramsallaşmış, siyasi-dini bir projedir ve genellikle topluma muhalif bir oluşumdur. Cumhuriyet kanunlarına uygun olmayan ilkelerin öğretilmesinin tezahürlerini çocukların okuldan alınmasında, cemaatçi spor ve kültürel uygulamaların geliştirilmesinde görebiliriz. Geçtiğimiz kış her bölgede “İslamistliğe ve Cemaatçi Ayrışmaya Karşı Mücadele Özel Birimleri” kuruldu. Bunlar sayesinde radikal İslamist hareketlerin konferans vermesi yasaklandı, siyasal İslam’a doğru yönelen bir derneğin maddi kaynak alması engellendi. Ayrıca 7 yaşındaki kızlara başörtüsü taktıran kaçak bir okulun kapanması sağlandı. Özetleyecek olursak toplamda, 1 Ocak 2020’den beri 400 denetleme ve 93 kapatma gerçekleşti. Okul yemekhanelerinde dinlere göre menü istenmesi veya havuzlarda erkek-kadın ayrı zaman dilimlerinde yüzmek istemesi sorun olarak görüldü ve bu sorun çözülmek istendi. Belediyeler inisiyatif alıp üstte yer alan örneklere izin verebiliyordu. Yasa tasarısı onaylandığında artık vali, belediyelere bu izni vermeyi yasaklayabilecek” diyerek İslam’ı bir bütün olarak yaşamak isteyen Müslümanlara, “Radikal İslamcı” damgasını vurup “Ancak benim müsaade ettiğim ölçüde dininizi yaşayacaksınız, ben Ilımlı İslam’a müsaade edeceğim” anlamına gelen bu sözleriyle “cadı avı” başlatacağını ifade etmiştir.
Ayrıca “Laiklik gereği bu konuda, kamu görevi yapan devlet adamlarının yanında özel şirketlerde görev yapanlar da; sportif, kültürel, sanatsal, dil ve diğer faaliyetler sunma adına aslında beyin yıkayan İslamcı derneklere karşı dikkatli olmaları ve onlara göz açtırmamaları” talimatını da verdi.
Aslında “Velilerin, çocuklarını kendi inanç ve değerlene bağlı olarak yetiştirme” kuralı evrensel bir değer olmasına rağmen Macron; “Bazı ebeveynler gelip okul müdürüne çocuklarıyla alakalı ‘Bir daha yüzme dersine gitmeyecek, yoksa okula göndermem’ diyor. Bazıları okula gönderilmektense açıktan okumaya ebeveynleri tarafından teşvik ediliyor. 2021 eğitim öğretim yılı okulların açılmasıyla birlikte 3 yaşından itibaren okula gitmek zorunlu olacak. Türkiye, Cezayir ve Fas, Cumhuriyet değerlerine uymayan öğretmenlerle buradaki öğrencilere ders veriyordu. Artık onlarla olan sözleşmeye son verilecek. Fransa İslam’ı, dış güçlerin etkilerinden kurtarılacak. Türkiye, Fas ve Cezayir, ülkeye imam ve vaiz gönderiyordu. Artık kendi imam ve vaizlerimizi oluşturacağız” ifadeleriyle, totaliter rejimlerin “tek tip insan yetiştirme” kuralına gönlünü kaptırarak diktatörlüğe öykünmektedir.
Güya Avrupa’nın bu medeni (!) ülkesi 1948’de, “Herkes din ve vicdan hürriyetine sahiptir. Kimse inancından dolayı kınanamaz. Herkes inancını özgürce yaşayabilir” kuralını da içeren İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine imza atarak benimsemişti.
Ama biz onların ikiyüzlü/münafık suratlarını yeni tanımıyoruz. Cahiliye döneminde de müşrik dedeleri helvadan put yapar, tapar ve acıkınca da yerdi. Bunlar da 1948’de benimsedikleri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesindeki ilkeleri kutsal değerler olarak kabul ettiler. Bizim bu ilkelere bir itirazımız yok. Fakat onlar bu ilkeleri hep kendi hakları söz konusu olunca hatırladı ve gündeme getirdi. Kendi dışındaki mazlum ülkelerin vatandaşları söz konusu olduğunda helvadan yaptıkları putlarını yiyen dedelerinin yolunu takip ettiler, putlarını yediler.
Batılı efendiler, bu insan haklarını ancak kendilerine, bir de İsrail’e layık gördü. Bunun dışında kalanların zulüm altında inlemeleri, varil bombaları altında ölmeleri, umuda yolculuk yaparken teknelerinin batmaları veya batırılmaları umurlarında değildi. İmanı olmayanın vicdanı da olmuyormuş demek ki!!!
1994 yılında Ruanda’da İnsanlık tarihinin en büyük soykırımlarından kabul edilen ve 800 bin kişinin öldüğü soykırımı gerçekleştiren, İkinci Dünya Savaşı bitmeden kısa zaman önce bağımsızlık vaadiyle Fransa saflarında savaşan Cezayirlilerin başlattığı gösterilerde binlerce Cezayirliyi öldüren, 1954’ten 1962 yılına kadarki Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde 1 milyon Cezayirlinin hayatını kaybetmesine sebep olan Fransa, şimdi de Müslümanlara “Kültürel soykırım ve asimilasyon” uygulamaktadır.
Fransa, her türlü soykırımı kendi dışındakiler için normal kabul eden Cumhurbaşkanları çıkarmış bir ülkedir. Eski Cumhurbaşkanlarından François Mitterrand’ın da, Le Figaro gazetesine 1998'de verdiği mülakatta, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” ifadesini kullanması hâlâ uluslararası kamuoyunca bilinen bir gerçektir. Bugün kasıla kasıla medenî (!) olduklarını iddia eden Batı ülkelerinin günah galerileri utanılacak şekilde kabarıktır.
Türkiye’de 28 Şubat sürecini başlatan yerli gâvurlarla, Fransa’da başlatan yabanî gâvurların pek farkı yoktur. Çünkü “Küfür tek millettir.” Elbette onlar gâvurluklarını yapacaklardır. Bizler buna karşı sessiz kalmadan, imkânlar ölçüsünde mücadelemizi sürdürmeliyiz. Unutmayalım ki, “İman varsa imkân vardır.”