Liste savaşları nereye evrilecek?
14 Mayıs seçimlerine girecek partiler ve ittifaklar nihayet dün listelerini YSK’ya vererek yeni bir döneme girdiler. Bundan sonrası adayların propaganda dönemi ve seçmenin sorgulama süreci şeklinde geçecek.
Hayırlısı olsun.
Listelerin kesinleşmesi ittifak partileri bakımından, özellikle de CHP açısından kolay olmadı. Ayrı programları bulunan partiler aynı çatının altındalar.
Ne kadar yüzeysel ve sıradan olduğu konusunda bir düzine insandan kanaatini duyduğum DEVA reklamı gibi üst seviye söylemlerin hepsi boşa çıktı.
İlk defa seçime girecekler, ama kendi logoları altında değil.
‘Kendimizi deneyeceğiz bu seçimde’ mesajıyla ilkokul seviyesinin de altına hitap eden bir reklamı paylaşıyorlar.
Bunlara kim akıl veriyor, anlamadım.
Ötekiler çok mu farklı?
Seçimle ilgili verileri sıralayalım:
Kılıçdaroğlu girdiği sayısız seçimi kaybetmiş. Şimdiye kadar % 25 bandına takılmış kalmış. Toplumun dörtte üçü hiçbir şekilde oy vermemiş beyefendiye.
Kutuplaşmalara sebebiyet vermiş, başörtüsü düzenlemesinin iptali için imza vermiş, SSK müdürlüğü hiç de parlak değil.
Kendisiyle ilgili toplumun kahir ekseriyeti olumsuz kanaat belirtmiş, taraf olmuş.
Türlü gaflara imza atmış, bugün dediğini yarın yalanlamış.
Yanına taktıkları ise düne kadar ‘karşı tarafta’ yer almış: Kimi dışlanmış, kimi aşağılanmış, kimi horlanmış.
Kendisine oy vermekte olan % 25’lik kesimi kızdırabilecek, küstürebilecek yeterince sebep var.
CHP listesinin başına ya da seçilebilecek yerlerine düne kadar ‘karşı taraf’ olarak görülen kişiler yerleştirilmiş.
Parti teşkilatları ve yıllardır partinin kahrını seçmiş olan sadık seçmen ne düşünecek?
Öte yandan, Erdoğan açısından bütün bu değerlendirmeler bakımından tam da tersi bir durum var.
30 yıldır girdiği tüm seçimlerde kazanmış. Siyasi kariyerini parlatan İstanbul BŞB dönemi başlı başına bir başarı hikâyesi.
Genel siyasette yine başarılı.
Referandum dönemlerinde % 60’lara ulaşan, ama % 50 barajını çok kolay geçebilen, küsüp, ayrılanlar da dâhil seçmen kitlesinin % 75’inin oyunu şu veya bu şekilde alabilmiş bir lider.
Bir kez oy veren, niçin bir kez daha vermesin?
Türkiye’de ve dünyada bir yer edinmiş.
Güçlü liderliği ve kararlılığı herkesçe takdir edilmiş.
Listesinde yer verdiği kişiler partiyle kan uyuşmazlığı yaşayamayacak, ittifak olmasaydı da seçmence kabullenilebilecek evsafta.
Türkiye partisi olabilmiş, merkezde konumlanmış bir siyasi oluşum. Ülkenin tüm bölgelerinden oy alabilmekte.
Son dönemlerdeki ekonomik sorunlar ve partinin uzunca süre iktidarda kalmış olması handikapları. Ancak, ekonomide atılan adımlar ve istikrara kavuştuğu yönündeki algı işini kolaylaştırıyor.
Ayrıca, çeyrek asra yaklaşan iktidarı aynı zamanda avantajı. Kim ne derse desin, toplum bu dönem boyunca zenginleşti. Hayat standardı yükseldi.
Belli bir istikrara ulaşan toplumlar muhafazakârlaşırlar. Değişim olacaksa da çok kontrollü biçimde olur.
Etrafındaki ülkelere ve dünyaya bakan seçmen dönüp, dolaşıp ‘eski dostuna’ geri gelecektir.
Listelerde seçmen nabzının yeterince tutulamadığı yerlerde mevzi kayıplar olabilir. Ancak toplamda bir kayıp olmasını öngörmüyorum.
Kılıçdaroğlu cephesindeki savaşların, özellikle diğer partilerden CHP’ye oy verecek ortaklar açısından da ciddi bir sıkıntı olacağı açıktır. Çünkü o seçmen genel manada muhafazakâr.
Muhafazakârlar toplumun önünde, kendi içlerindeki kavga ve dövüşe pek alışık değildir.
Hele bir de geçmişteki yaşanmışlıklar, kutuplaşmalar ve kavgalar da eklenince Kılıçdaroğlu’nun siyasi kariyerini noktalayacak bir sürece girildiği açıkça görülüyor.
Partisini bir kez daha kaybettiren, milletvekili bile olamayan parti liderleri sahneden çekilecekler. Yerlerine kimlerin geleceği konusunda bir soru sorarak bitirelim:
Türlü çabalarına rağmen Cumhurbaşkanı adayı gösterilmeyen İmamoğlu, sizce Cumhurbaşkanı yardımcısı olmayı mı ister, yoksa CHP genel başkanı mı?
İş Bankası’na sırtını dayamış, tuzu kuru bir genel başkanlık her zaman daha iyidir!