Küçük Cihaddan, Büyük Cihada!
Bu dünyanın “ebedi hayatımızı kazanmak için bir çalışma sahası” olduğunu ve son nefesimize kadar da ikilikten birliğe, nefisle şeytanla mücadele etmemiz gerektiğini unutmamalıyız! Bu sebepten mütevelli nefsimizi ve onun bize kurduğu tuzakları -tıpkı şeytanın fısıltılarını bildiğimiz gibi- iyi tanımalıyız! Neticede “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.”
Şeytanın iman edenlere, Allâh’a (cc) tevekkül edenlere yaptırım gücü yoktur. Ancak insanoğluna geçici olarak verilmiş olan beden, geçici de olsa “saltanat” gerektirir. Saltanat ise “Sultan” demektir! Şehri vücudunda sultan olmak varken ne diye insan, şeytanın fısıltılarına kulak verip yularları nefsinin eline bırakır?
Oysa şeytan kimseye zorla bir şey yaptırmıyor. Teklif ediyor, aklına binbir fikir getirip nefsini kabartıyor.
İkinci düşman ve en tehlikeli düşman ise son nefesimize kadar yanımızdan ayrılmayan nefsimizdir!
Aynen Allâh Resulünün büyük bir cihaddan dönerken söylediği: “Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” yani nefsle olan cihadın kılıçla olan cihaddan daha büyük olduğunu tanımlaması gibi.
İnsanın nefsi; aslında insanın içindeki bir varlığı, benliği, egosudur. Ancak yaradılış gerçeğimiz olan bu benlik dürtüsü, âdeta içimizde olan bir virüs gibi beynimizi düşüncelerimizi ele geçiren modern çağ tabiri ile insana siber saldırı uygulayan içimizdeki azılı düşmana -hem de çok kısa sürede- dönüşür. Sürekli insana Allâh’ın(cc) razı olmayacağı şeyleri yapmasını teklif eder. Öyle baskın bir varlıktır ki nefs, insanoğlunu kendi tesiri altına alır. Bu arzulara karşı çıkmak, nefsin isteklerini dinlememek zor bir iştir! Ne mutlu nefsinin -felakete sürükleyecek- arzu ve isteklerine dur diyebilen insana!
Nefs ne kanun tanır ne Kur’an. Olmadık şeyler ister. Nefs kötülükleri çok emreder.
Peki, bu emirler nedir?
Şehvet-i batın: Yemek, içmek arzusu. Şehvet-i ferç: Cinsel arzu. Şehvet-i mal veya hubb-ı mal/mülk: Mal mülk sevgisi. Hubb-ı câh: Mevki makam sevgisi. Sonra riyâset sevgisi.
İşte bu arzu ve sevgiler insanda çok şiddetli bir şekilde var olan duygular. Bu arzuların yerine gelmesi için nefs, insana ağır bir baskı uygular.
İnsan nefsine uyduğu zaman Allâh’tan(cc) uzaklaşmaya ve dünyalık peşinde koşmaya başlar. Nefsi eğitmek, dize getirmek lazım! Söz dinleten değil, söz dinleyen bir varlık hâline getirmek gerek! Gönül tahtından onu indirip gerçek sultanın o tahta oturması için gayret göstermemiz gerek! Nefsi dizginlemek kolay olmasa da zoru başarmak insanın iman gücünde ve azminde gizlidir.
Ancak nefsini terbiye eden kurtuluşa erecektir!
Zamanın birinde bir ülkede büyük bir kıtlık olmuş. Hızır(as) oraya gelirse bu kıtlığın biteceğine inanan Sultan: “Kim ki Hızır’ı(as) bulursa her isteğini yerine getireceğim.” der! Fakir bir köylü bunu duyunca padişahtan kırk gün süre ister ve bu süre boyunca ailesinin saraydakiler gibi yedirilmesi, içirilmesi giydirilmesini vs. ister. 40 gün sonunda Hızır’ı(as) bulacağını ve saraya getireceğini söyler. Kırk gün dolar, fakir adam saraya gider. Ancak kimsecikler yoktur yanında. Padişaha ben fakir bir insanım, tellalı duyunca böyle bir söz verip en azından ailemi kırk gün güzel yaşatmak istedim. Sizi kandırdım ama çok zor durumdaydık o yüzden böyle bir suç işledim. Dilerseniz boynumu vurun, der. Tabii Padişah, haklı olarak hiddetlenir. Ülkede kıtlık var ve 40 gün boyunca oyalanmıştır. Hemen yanındaki vezirlerine sorar: “Bu adama nasıl bir ceza verelim?”
Birinci vezir: “Bunu parça parça keselim!” der.
İkincisi: “Bunu keşkek ezer gibi ezelim!” der.
Son vezir ise: “Sultanım evet, sizi aldattı; suçu büyük ancak siz padişahsınız. Size affetmek yakışır. Gelin bu adamı affedin!” der. Durum böyleyken o sırada Padişah’ın huzurundaki heyetin içinde bir genç, her vezir fikrini söylerken: “MaşaAllah! Aslı aslına, nesli nesline!..” deyip durmuş. Son vezirden sonra da aynı cümleyi kurunca Padişah: “Sen kimsin!” diye atılmış. Genç adam: “Ben aradığınız Hızır’ım!” demiş. Ancak siz işlerinizi üçüncü vezirinizle istişare edin. Onu dinleyin, der.
Kıssadan hisseye gelince:
Padişah, vücut ülkesinin sultanıdır.
1. Vezir, nefsi temsil eder ve nefs parçalar!
2. Vezir, aklı temsil eder. Salt akıl, kibre kapı açabilir ve muhatabını ezmeye kalkar.
3. Vezir ise ruhu temsil eder. Onda güzellik, merhamet vardır.
Vücut ülkemizi, ruhumuzla istişareli yönetirsek “Sultan” oluruz. Her ne kadar geçici de olsa sultanlığımız, neticede Sultanlar Sultanı’nın(cc) lütfudur bu. Böyle bir sultanlık bize ebedi hayatımızı “biiznillah” kazandıracaktır!
Dost istersen Allâh yeter.
Yârân istersen Kur’ân yeter.
Mal istersen kanaat yeter.
Düşman istersen nefs yeter.
Nasihat istersen ölüm yeter. (Hz. Mevlâna)
Selâm ve duâ ile...