KÖSTEKLİ SAAT-1
Sabah namazına yakın gelmişti eve, vakit girmişti. Ahşap kapının kolunu çevirdi, kilitli değildi, bu kapı hiç kilit görmedi ki. Açılırdı herkese ve yüreği açık olan her kimseye. Gaz lambasının alevi onu görünce titredi ve ürperdi. Belinde emanet, gözlerinde aynı kararlı ve sabit bakış, esmer, yağız, uzun boylu bir adam… Ne kadar yorulduğunu anlamak mümkün ama duruşu tüm kavgalara inadım ve hazırım dercesine donuk…
Salonun ortasında durdu, adam gibi durdu, bir dağ gibi, kavgalarının sahibi olarak durdu, Siyah ceketi omzunda, bağrına kadar açık beyaz gömleğinin siyah düğmeleri, parmaklarında siyah taşlı iki gümüş yüzük, sağ elinde kehribar bir tespih ve yeleğinin önünde kalın gümüş bir zincir; bu olsa olsa ata yadigârı köstekli bir saattir.
İki katlı ahşap bir ev, hünerli taş ustaları örmüş olmalı evin duvarlarını, kapıların üzerindeki desenler, oymalar, boyalar ince ve sakin bir ustanın elinden çıkmış besbelli. Sedir yastıkları ve minderler döşeli boydan boya. Pencereler çıtalarla örülmüş, perdelerin kanaviçe işlemeli etekleri ağacın renkleriyle birleşip harman olmuş. Çamur sıvalı duvarlar, beyaz alabildiğince. Mutfaktaki tahta tabaklıkta aynı hizayla boy boy bakır tabaklar sıralı. Yatak odasının kapısı açık, yer yatağı serilmiş, beyaz bir çarşaf ve sırma işlemeli türkuaz bir yorgan… Biraz önce eve gelen yiğidin yatağı…
Adam bu sahneyi kim bilir kaç kez aynı duygularla yaşayıp, anılarını çağırdı yüreğine. Etrafa baktı tekrar, hiçbir şey olması gerektiğinden başka bir yerde değil. Ait olan ait olduğu yerde… Ne siyah beyaza galebe çalmış, ne taş, ağacın yerine almış. Omuzları düştü delikanlının, bir hüzün gelip yerleşti sinesine, sıkılı yumrukları gevşedi, masum ve mahzun bir çocuk gibi çöktüğü duvar dibinde, evin kokusunu çekti içine.
Annesi seccadesinde elinde tespih gözü nemli oğluna baktı. Bu bakışla ısındı çocuk, bu bakışla ısındı tüm oda. Sustular birlikte. Ne çok susarlardı anasıyla göz göze ve aslında ne çok konuşmuş olurlardı tek kelime çıkmadan ağızlarından. Anası baktı, çocuk baktı. Kadın, evladının haline bakıp iç çekti, oğul anasına bakıp ah etti. Ne annesi ilendi oğluna, ne çocuk isyan geldi anasına.
Adamın elleri yara bere içinde, birkaç damla düşmüş beyaz gömleğine. İnce bir çizik şakalarının tam üzerinde… Hiçbir acı yok sanki çocuğun çektiği, dokunmuyor hiçbiri annesinin gözleri gibi. Ses etmedi annesi, ezanları bekledi, müezzinle birlikte söyledi. Kalkıp sabah namazını eda etti. Gaz lambasının titrek ve ürkek alevi bile sakinledi. Kadının beyaz örtüsü, yüzüne vuran ışık, boynunun bükük hali, ellerini açınca duaya dudağındaki kıpırtı gelip adamın sol yanına oturdu.
Kadın yerinden kalktı, tespihini okuyup üfleyip avucuna aldı. Gelip oğlunun karşısına oturdu. Ellerini avucuna aldı, gözlerine bakıp uzun uzun, yüreğine dokunurcasına adamın yüzündeki yaraya elini uzatıp, “yaran gelir kalbimi çizer incecik sızıyla, yarasına kurban olduğum” dedi.