Kim ne anladı?
Zaman akıp gidiyor ve hiçbir saat bir öncekine benzemiyor…(Cengiz Aytmatov)
İlkbahar mevsimi; yağmur, gök gürültüsünün eşliğinde ahenkli bir birlikteliğe sahipti. Sonbahar günlerinin eski çığlığından bir ses duyulmuyordu. Kırkikindi yağışları olabildiğince bir sabrın son dakikasında ikindi vaktini bekler gibiydi.
Açma telaşında olan birkaç ağaç çiçeğe durmuştu. Tarlalarda ekinler boy gösterme telaşında… Yaşanmışlıklar ve bir köy de oturup nefes almadıysanız, kendi tarihini unutmuş olabilir gözleriniz…
Ve bir kış mevsimi…
Kış mevsimi kendisini iyiden iyiye fazlasıyla hissettirdi. Soluklanacak gölgenin yaz mevsimine dair bir ağaç gölgesini arama düşüncesi, bacası tüten evlerin soba kenarına bıraktı kendisini…
Belki de şunu düşünmek ve düşünmekten öteye realitesini bir düşünce ile ortaya çıkarmak gerekecekti. Hüsn-i suret, kabiliyyet-i sirete alamettir.(Naima) Suretin, sirete olan alametidir; belki bu kış mevsimi. Doğanın da kendine ait görünüşü, tabiatın kendi sürecinde edindiği bir değişimin, insanın söylediği bir ifade ile karşılık bulmasıdır; bütün bu süreç… Tabi ifadenin de kendi içinde tanımını yapacak olma anlayışının bütünüyle bireyde temaşa ettiği de bilinen bir gerçektir.
Miladi bir takvimin son demlerine dair radyolarda ve insanların kendi muhasebesi içinde söylemleri söz konusu. Galiba orta kuşakta yıl hep bir kış mevsiminde bitti. Yaz mevsimini aralık ayında yaşayan ülkelerde biten takvimin bir yaz mevsimine karşılık gelmesi de insandan bağımsız bir dünyanın kendi matematiksel değerinin olmasının sonucu olsa gerek. Tabi doğanın mevsimi bu. İnsanın kendisine dair mevsimi, nedir; bilinmez. Soluklanacak gölgenin varlığına dair bütün mesele…
Ve yine bir kış mevsimi… “Lambada titreyen alev üşüyor…”(Abdurrahim Karakoç) Söylenecek ve söylenmesi gereken o kadar söz var ki… Edebiyatın nirengi noktasında yer edinen bir cümlenin yerine dair… Ve bütün cümleler bir araya gelse de galiba bu cümleye eş değer olamayacaktır. Sıcaklıklar sıfırın altında seyretmeye devam ediyor, tarih ve takvimler iki bin yirmi dördün aralık ayı idi.
Günümüz yerküresine dair ise;
Cümleye nereden başlamak gerektiği hususunda da kararsızım. Cümlenin değerine ya da sözdiziminin yüklem ve özne, nesne bağlamında yerine dair ufuk açıcı bir kelime edebilmek ve anlaşılma kabının şekli ya da zihinsel yeterliliğinin bilinmezliğinden kaynaklı olsa gerek bu durum. Bu durumdan kaynaklı bir masal anlatma gibi bir duruma evrilmesi de içten bile değil.
Günümüz yerküresi hususunda bir veri oluşturmak aslında geçmişin düşüncelerinin bu yüzyılda kırılmaya uğraması gibi bir durum da söz konusu. Teknolojik faaliyetlerin gelişimi adeta günümüz yer küresi üzerinde ve yapay zekâ faaliyetlerinin etkisi altında format atılmış gibi yeni bir duruma evirilmeye doğru gittiği gerçeğine şahitlikle geçiyordu.
Sonuçta…
Hiçbir saat bir öncekine benzemiyordu. Vaktin ilerlemeye yüz tuttuğu takvim yaprakları dahi artık unutulmaya yüz tutma arifesindeydi. Ve kim ne anladı? Sorusunun karşılıksal değerine ise galiba bir ömür denk düşüyordu.
Sağlıcakla kalın…