Dr. Ramazan Tuzla
Dr. Ramazan Tuzla Kendini kurtarmak

Kendini kurtarmak

Evlat, anne ve babanın gayret sebebidir. Anne ve baba da evlat için varlık sebebidir.

İnsanın başarısını kıskanmayan yalnızca iki insan vardır, derler: Anne ve baba

Evlatlarına gözü gibi bakan anne ve babaların gözledikleri ve en temel öncelikleri, evlatlarının bir iş sahibi olmasıdır.

İş sahibi olan evlat, kendini kurtarmış(!) olur. Hele bir de devlet işine girerse, anne ve babanın gözünde evladın sırtı yere gelmez artık.

Evlat, sırtını devlete dayamıştır çünkü.

Anne ve babanın takip eden gurur yüklü cümleleri, evladımız kendini kurtardı artık, olur.

Yanlış bir tespit ve haksızlık yapmak istemem ama eskilerin, işe girmek ile meslek sahibi olmak meselesine, günümüz anne ve babaları gibi bakmadıklarını düşünenlerdenim.

Yine eskilerin, bir işe giren için değil, bir meslek sahibi olan genç için ‘koluna altın bileziği taktı’ dedikleri kanaatindeyim.

Bu yazı özelinde, devlete sırtını dayamış ve güya kendini kurtarmış olan ama buna imkânı olmayan biri olarak düşüncem, bir mesleğimin olmadığıdır.

Bir işim var, işimin çerçevesini çizen bir görevim var ama gün be gün kabiliyet kazanabileceğim, var olan kabiliyetimi kullanabileceğim, zaman ve mekân sınırlaması olmadan icra edebileceğim bir mesleğimin olmadığını düşünüyorum.

Kendim için durum bu iken, yine haksızlık yapma korkumu da ifade ederek, kamu çalışanlarının geneli için de aynı kaderin işlediğine inanıyorum.

Evlatlarının bir meslek sahibi olması için değil, bir iş sahibi olması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan anne ve babaların sınavlara hazırlık kurslarına döktükleri paraların hesabını tutabilen var mı?

Genel anlamda meslek sahibi olmanın ilk adımı olan özel sektör işverenlerinin yana döne eleman aradığı zamanlarda, sınavlara hazırlık kurslarının tıka basa dolu olmasının hikmeti, devlete sırtını dayama kaygısından başka ne ola ki?

Bu kaygı yanlıştır, demiyorum. Benimle hemfikir bulmakta zorlanacağım böyle netâmeli bir konuda yanlış anlaşılmak istemem ama bu kaygının evlatlar için de anne ve babalar için de en temel ve genel kaygıya dönüşmüş olmasının hayra alâmet olmadığını, ifâde etmeye çalışıyorum.

Devlet kapısının yegâne ekmek kapısı olarak görülmesi, ekmeğini kazanan insanın mesleki bir kazanıma artık kıymet vermemesidir, derdimiz.

Bütün dünyayı kasıp kavuran koronavirüsün ülkemize etkileri ortada.

Allah Devletimize zevâl vermesin ama şöyle bir olay tahayyül etsek ve üç ay boyunca devletin maaş ödeyemeyeceğini kabul etsek, tasarruf edilen para ve diğer metalardan üç ay boyunca faydalanma hakkımız da elimizden alınsa, bu üç ay boyunca yapacağımız çalışma ile eşimizin evladımızın geçimini sağlamak zorunda olsak; acaba kaçımız üçüncü ayın sonunu getirebilir?

Kanaatimce, çoğumuz için sosyal devlet devreye girer ve devrelerimizin atmasını, devrimizin bitmesini önler.

Kamuda yaptığımız iş, görevimiz değil de mesleğimiz ise, bu meslek sahipleri bir şekilde kendini kurtarır. Ya diğerlerimiz?

Meslek, zaman ve mekân mecburiyeti olmadan icra edilebilen meşguliyet ise ve kişi mesleğine kabiliyetini de katabiliyorsa, kamudaki işimizin neresi meslektir acaba? Hangi birimiz, meslek zannettiğimiz işimizi kamu mekânından münezzeh bir ortamda yaparak geçim sağlayabiliriz?

İşimizi yaparken kabiliyet zannettiğimiz alışkanlıklarımız, gerçekten işimize yarayacak mı?

Tahayyülü bile zor bu işin…

Bu yazıya taç olsun diye, şu satırlara da yer verelim:

Bu topraklar; ‘Kamuda çalışmaya tâlip olmayın. Ayın on beşinde aldığınız maaşlar Allah’a olan inancınızı zayıflatır’ diyen, Merhum Mehmed Zahid Kotku Hocamız gibi güzel insanlar yetiştirmiştir.

Yine bu topaklar, beynini satan itlerini, çalınmış sorularla kamuya yerleştiren ve bu itleri Türk Milletinin başına bela eden Fetullah iblisi gibi şeytanlar da görmüştür. 

Özetle şunları demeye çalışıyorum:

Ekmek kapısı yalnızca devlet kapısı değildir.

Devlete sırtını dayamış olmak, insanın kendini kurtardığı anlamına gelmez.

Anne ve babaların, evlatlarının bütünüyle devlet kademesinde bir iş sahibi olması için çaba harcamaları, meslek sahibi olmanın ve kabiliyet kazanmanın önündeki en büyük engeldir.

Çiftçilerimizin yaş ortalamasının 57 olduğu günümüzde, toprağı tavsiye eden anne ve baba, neredeyse kalmadı. Toprağın vefâsını unutturmanın, en büyük vebâl olduğunu hatırımızdan çıkaramayız.

Kamuda çalışan insanların alışkanlık eseri yaptığı işler, kabiliyetin ürünü değil alışkanlığın üretimidir.

İnsan için en gönüllü mahkûmiyet, alışkanlıklara teslim olmaktır. Alışkanlık kolay olandır ama alışkanlık ile kabiliyet aynı kazanda kaynamaz.

Kendini kurtarmak, insanın bir iş sahibi olmakla, devlete sırtını dayamakla halledebileceği bir mesele değildir. Hatta ve hatta kendini kurtarmak, dünyanın değil ukbanın meselesidir.

Hesap günü niçin var?

Altın bilezik kavramı, anlam yüklü zamanlarından çok uzak, maalesef.

Bir mesleği olmayan ama devlete sırtını dayadığı için yapacak bir işi olan, toprağa ve dilsizlere ümit bağlayarak bir meslek arayışında olan kişi olarak kendim için yaptığım tespitim şudur:

Kolaya tâlip olduk, sırtımızda devlet.

Meziyetsiz kaldık, fazla söze ne hacet!

Bu ahvâl içinde tek sevincimiz de şudur:

Devlete sırtımızı dayadık ama hiçbir zaman Devletimize sırtımızı dönmedik. Elhamdülillah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Dr. Ramazan Tuzla Arşivi