Hazel Pekacar
Hazel Pekacar KAYGILIYIZ !

KAYGILIYIZ !

Boynumuzu bükmeli bazı şeyler. Maddeciliğiniz mesela...Boynumuzu bükmeli.  Kalp perdesini yirtmisliginiz boyun bükmeli. Rasyonellistliğiniz, okumuş adam olmuş o sağlam çene kaslarınız biraz daha insanlık için çalışmalı. Daha iyi bir dünya mümkün, diye yazdığınız teorik satırların altı artık dolmalı mesela. Doyduk çünkü, doydu dünya. Çözümsüz, sonsuz bir teorinin içinde boğulan, kısır döngü konuşmalar suni duruyor. Sosyal medyadan ekranın dışına erişmeyen insanlığınız ve insancıllığınız iğreti duruyor.

    Özgeçmişlerinizi doldurmak için katıldığınız dernek ve sosyal yardim kuruluşlarınız, çalışmanız bitince ayrıldığınız maaşlı mesai yeriniz değildir anlamıyorsunuz. Önce yüreğinize ve zihniyetinize yerleştirmeniz gereken bir duygudur insanlık duygusu. Ruhunuzla kaynaşmamış hiç bir duygu bir başkasına geçmiyor. Fotoğraflarınızın altına yazdığınız destansı insanlık paragraflarınız tüyleri diken diken etmiyor üzgünüm.

     Dünya içindekilerle birlikte yaşlanıyor. Ruhu sönüyor.  İnsanları nefes alan robotlara çeviren makineleşmiş buz gibi teknoloji çağı, sanki dünyanın şah damarını kesmiş.  Kan akışı durmuş, vücut kireç gibi. Dünyanın içindeki her şey , yerine getirmesi gereken görevi yerine getiriyor sadece. Mevsimler geçiyor, ay doğuyor, güneş batıyor ve nefes alıyoruz. Öylece.. İnsanlar buz gibi. Sanki insanların hayatta kalmalarını sağlayan tek şey;  çıkar ve ilişkisel stratejilermiş gibi. Vefasız, duygusuz, kendi üstünlüğü(!) için her şeyi konuşup yapılabilecek kadar  tehlikeli bir insan kabilesi... Fiziksel, ruhsal ve psikolojik tacizler. Ne kadar sözlü saldırıda bulunur, karalarsam o kadar güçlü görülürüm algısında bir yaşam zihniyeti. Ne acı. İnce düşünce, vefa, merhamet, acımak, sorumluluk, sevgi, saygı, empati, mutluluk, şeffaflık, gülümseme hepsi bitmiş artık. Bunların hepsi olması gerekene özlem duyulup satir aralarında, fotoğraf altlarında prim için kullanılan bir yiğın kelime haline gelmiş. Kimse anlattığı insanlar değil... Dünya var olduğu şekliyle dünya değil artık. Kelebek etkisini haksızlıklar ve acılar için değil, adalet ve sevgi için kullanmalıydık.

  Dönüp bakıyorum ve Wittgenstein'i anlıyorum bu dakikadan sonra.. Dünya-Ben algısını tekrar gözden geçiriyorum. Sub specie aetemitatis dediği anlayışın(zamansizlik) içinde bulunmanın şu an ne kadar önemli bir şey olduğunu anlıyorum. Kendini ve bütün varlığını, seyre ve temaşaya bırakan, her şeye karşı ilgisiz olan, dünyaya ve kendine dışardan bakan bir anlayışı ve kaygıyı haklı buluyorum. Kaosun, acıların, çaresizliklerin, vaveylaların, adaletsizliklerin büyük bir gürültüyle artık görünmez olduğu bu dünyadan uzaklaştıkça, ekranda patlamanın gösterildiği fakat ayni zamanda sesi kısılmış bir televizyona benziyor artık dünya.

      Bize kodlanan film ve diziler dahi güç,otorite, ihanet ve şiddet üzerine. Bir diziye 20 dakikadan fazla izleyemez hale geldik. Nerde kaos,tecavuz,kadin şiddeti,"mahalle arası delikanlı mücadelesi" işkence,mafya, entrika, ayak kaydırma, yuva yıkma, ihanet ve lümpen kişilik(!) programlar varsa hepsi ekranlarda. Hepsi karşılaştığınız insanlarda.  Sonra biz de soruyoruz kendimize, nerden biliyor bu insanlar bu kadar kurnazlığı, tilkiliği, kötülüğü. Kendince oyun zannettiği ve dedikodu masalarına taşıyıp güleceği 2 kuruşluk keyfi için, "baaak gördün mu aldım hırsımı ben kazandım" dediği ucuz yaşam felsefesi diziler ile içselleştirdiğiniz bir hayata sahip oldunuz. Ne yapıyorsunuz?

   

         İşte bu yüzden, toplumda feci bir hastalık oluşmaya başladı. İnsanlar, bu zamanda yalana, güç savaşına ve ilişkilerde üstün gelme algısına o kadar alışmışlar ki bir insanın dürüst ya da erdemli  olabileceklerine inanmıyorlar.  Bu azımsanacak bir hastalık değil.

    Birgün derste hocamız, "Felsefe eğitiminiz boyunca, Erdem ve Etik kavramlarına o kadar alıştınız ve içselleştirdiniz ki dışarıda erdemin ne demek olduğunu dahi bilmeyen insanlar olacak. Onlar sizi anlamadığında canınız sıkılacak ama siz sakın üzülmeyin, bunu bilin demişti.

 

     İste bu yüzden kaygılıyız.  Kendini, özünü, erdemi bilmeden ve bunun imkânsız olduğunu düşünerek yaşayan toplum için kaygılıyız.

 

      Bakınız, ünlü antik çağ filozofu Platon, sağlıklı bir hayatin, sağlıklı işleyen bir ruhta var olabileceğini söylüyor. Sağlıklı bir ruh ise ruhun özüne uygun işlevleri yetirmesi ile sağlanabilir diye ekliyor. Yani insanoğlu özünden uzaklaştıkça, ruhtaki görevler işlevinden uzaklaşıyor. Böylece ruh-beden uyumu bozuluyor. Ruh, işlevi bozuldukça; adalet yerine haksızlık, merhamet yerine gaddarlık, iyilik yerine kötülük düşünmeye başlıyor.

       Düzeltebiliriz. Umudumuz var. Felsefenin ve ahlakın en temel iki değeri olan; ERDEM ve ETIK'i ruhlara yerleştirebiliriz. Ruhun özüne uygun davranan bir toplum oluşturabiliriz. Biz pes etmeyeceğiz. Ruhumuza işlediğimiz erdemi bırakmayacağız. Bu değerleri Kelebek etkisi haline getirebiliriz. Nereden başlayacak olursak: Televizyonlarda seçtiğiniz dizilere dikkat ederek, prim verdiğiniz ya da vermediğiniz sosyal medya kişileri ile idol haline getirdiğiniz kişilikleri tekrar gözden geçirerek, seçimleriniz haline getirdiğiniz kitaplara tekrar dönüp bakarak, algınıza kodladığınız, çoğu alışkanlık haline gelmiş bir çok konuşma ve davranışlarınızı gözden geçirerek başlayabilirsiniz

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hazel Pekacar Arşivi