Şiddet Hastalığı
Efendim bir şiddet haberidir gidiyor. Yok Ahmet’i Sıla’sına vurmuş. Yok Ahmet Ayşe'sine vurmuş. “Bize ne ya hu!” desen ayrı dert, demesen ayrı dert. Çünkü hem kişisel hem de toplumsal bir vicdan söz konusu. Ama amacından sapan her iş usandırıyor. Biz yine en iyisi ölçüyü koruyalım da bir olaya ya da duruma hak ettiği kadar değer verelim. Ne mi demek istiyorum?
Bu ülkede yıllar yılı kadın ve çocuk cinayetleri almış başını gitmiş. Çocuklar öldürülmüş, kaçırılmış, tecavüze uğramış, katledilmiş, eziyet görmüş; kadınlar psikolojik ve fiziksel şiddeti hala(!) kabullenmiş; her gün maruz kaldığı halde sesi çıkmayanların oranı %80. Siz oturmuş hala karşılıklı içsel muhasebe, kin, ayak kaydırma, birbirini BİTİRME amaçlı şiddet haberi üzerinden rol çalan insanlara prim veriyorsunuz. Psikolojik ya da fiziksel şiddetin her türlüsünün adının dahi geçmesi akla mantığa sığar türden değil. Kabullenebilirlik aşamasına gelmeyeceğim bile. Anlığımdan geçmeyen bir şeyi kelimelerle kıymetlendirmeyeceğim. Bir şeyi söze dökmek ona enerji yüklemektir çünkü. Konuşmazsanız biter. Bu ülkede asıl konuşulması gereken konular neden bu kadar gündemde değil? İki sevgilinin yaşadığı problemin sırf ünlü oldukları için bu kadar gündeme gelmesi, bu ülkede her gün her saat her an işkenceye uğrayan kadınların ve çocukların sesine neden üç maymunu oynuyor ? Sosyal medya üzerinden duyduğunuz şeyi paylaşmakla vicdani görevinizi tamamlıyor musunuz?
İnsan hayatı çok ucuz ne yazık ki. İnsani ve kişisel değerden bahsediyorduk da meğerse insana şahsi değerini idrak ettirebilmek için önce fiziksel gerçekliğinin değerini bir idrak ettirmek gerekmekteymiş. Bir üst aşamadan başlamışız meğerse haykırmaya. Polyanna’cı davranmışız bilememişiz. Hayat ile kuşanmış insan varlığının çektiği fiziksel eziyetlerden ve canını kurtarma telaşı başını sarmışken oturmuş ruhsal ve manevî kişiliği anlatmaya çalışmışız. Ayakkabı o ayağa büyük gelmiş görememişiz. O cümlelerse yersiz. Insanin hiç tanışmadığı bir kelimeyle ona koca bir cümle kurmaya kalkmışız. Meğerse insan, önce insan olarak ismini bilmezmiş biz ise neler anlatmışız. Bir ölüye nefes almaktan bahsetmişiz. İnsan için en önemli olan şey yine insandır (Spinoza ) derken bir bakmışız aslında insan insanın kurdu çıkmış. ( Hobbes)
Nerden geldik yine buralara? Ha şiddet! Öyle ya.. insan hep gözünün gördüğüne muktedirdir. Görmediğini bilemez. Çünkü görmek için bazen yürek gerekir der Küçük Prens. Yanı başındaki, şehrindeki ya da ülkendeki acıları anlayabilmek için görebilmek yetseydi bunca iletişim kanalları bolluğu- sosyal medya, televizyon, telefon, teknoloji - boğazımıza kadar çökmüşken bunca acıları, insan canının ucuzladığını göre göre bu kadar duyarsızlaşmazdık. Uyuştuk ya da uyuşturulduk ne fark eder ? Artık kolektif bir güçle uyanmanın zamanı. Bir kişiyi dahi beklemeye vakit kalmadı. Bu toplumda acılar, popülarite seviyesi üzerinden önemsenecek acılar değil. Bu toplumda acılar, susan milyonlarca çığlıklar; tuzu kuru olanların gündeminden kat be kat fazla. Okyanusu sessiz kılan, derinliğidir. Şelaleler bu yüzden fazla gürültülü.. Kuru gürültüye mahal veremeyecek kadar ciddi sorunlarımız. Insanlık artık o güzel şair Cahit Zarifoğlu'nu “Ne çok acı var" derken bu konuda haklı çıkarmamalı..