Hazel Pekacar
Hazel Pekacar Dostoyevski Anlayışı Ruhun Gölgesi Mi Işığı Mı?

Dostoyevski Anlayışı Ruhun Gölgesi Mi Işığı Mı?

İnsanların özünde acı mı var yoksa insanlar acı çekmekten mi hoşlanıyor?
 
İnsanlar mutluluğu mu bilmiyor yoksa mutluluğu mu ruhlarına yakıştıramıyor? Nedir bu Dostoyevski felsefesi?
 
Bir gün çok gülen insanın, bundan bile şüphe edip başıma iş gelecek çok güldüm algısı neye bağlanmalı bilmiyorum. İnsanların kendini zorla acıya, kedere, hüzne itmesinin altındaki neden, insanın en çok acı halindeyken kendini bulmasında olabilir mi? İnsanlar mutluyken ne kadar dürüstlerdir kendilerine bilinmez. Sosyal baskı, insanların gerçek kimliklerine karşı korku uyandırıyor. Sürekli mutlu görünme ihtiyacı, kişilerin kendinden uzaklaşıp herkes gibi olma kaygısıyla harekete geçtiği tek tip insan modeline dönüştürüyor.   İnsanların küçücük ekranlardaki algı ve yorumlara göre hayatını ve kimliğini oluşturmaya çalıştığı bir durumda ne kadar özüne yakın sahici bir kimlikle dolaşabilirler, şüpheli tabii ki. Şarjların bittiği internetin olmadığı anlar, bir rüyadan uyanıp gerçeğe döndükleri sahneler yaşatıyor insanlara. Kılık, kıyafet, alışılmış söz kalıpları, ortalama bir kaç kelimeyle sosyal medya ve iletişim hayatını devam ettiren hayat anlayışı, aynı profiller, aynı pozlar, aynı mimikler, ayni hareketler, birbirinden ayırt edilemeyen yüzler ve ortaya çıkan HERKESLEŞME. Herkes, tek bir markanın arka yüzü gibi.
 
Herkes çok mutlu, gamsız, memnun ve mükemmel. Ha bir de hayata dair didaktike ve sofistike. Hay Allah!
 
Aslında mutsuz, aslında kendini sevmiyor, aslında hiç bir şey yolunda değil, aslında gözü hep başkasının hayatında. Aslında sadece önemsenmek ve sevilmenin peşinde.  İnsan neden olduğundan farklı görünmenin peşindedir? Mutsuzsan mutsuz görünmenin nesi kötüdür? Ya da eksiksen eksin görünmenin? İnsanoğlunun mükemmel olduğunu kim söyledi zaten? Ya da öyle olanın sevildiğini? Bu içgüdüsel değil efendim. Orayı bir geçelim... Sizi ilk kim kandırdı?
 
Tüm derin ruhların, edebiyatçıların, fikir adamlarının, filozofların; yani bardağı dolu insanların neden böyle bir çabası  olmadı? Neden hepsi vitrin ile değil kendi malzemesi ile meşguldü?
 
Dostoyevski gibi herkesin yer altından birtakım  notları  var aslında. Ve herkesin girip de çıkamadığı  bir mağarası. En çok orada mutlu, en çok  orada KENDİ. Başkasına kabul ettirmek istediği bir kimliği yok. İspatlaması gereken yüzü de. Hissettiklerinden ya da düşündüklerinden utandığı  biri yok. Bu dünyada  herkesin bir aynası  var. Aynanı  iyi seç  demişti  bir yazar. Ama o ayna kirli de olabilir temiz de. Sen temiz olanını  seç. Kiri gördüğünde  sakın ola kızma. Çünkü orada sen varsın. Senin kirin pasın  var. Başkasında  gördüğün  her şey  sen de var, unutma. Rahatsız  olduğun  her şey  senin eserin, senin kişiliğin, senin  sesin. Hayatında  hiç  kabul görmemiş içten  sevilmemiş biri, başkasını  da kabul edemez. Kusur arar durur. İnceler, eşeler, deşer, eleştirir. Sürekli  bir kusur bulur o insanda. Çünkü  kendi kabul görmemiştir. Başkasını  da kabul etmeyi bilmez. Edemez. Eder görünür. Hazmedemez. İçine sığdıramaz. Hayatı  boyunca  beğenmemiş insanlar yalnızca beğenmemek için  bakarlar. Onların  aynalarına  kızmayın.  Ömür boyu imtihanları kendi aynaları  olacaktır. Görebilene hediye. Göremeyene zulüm  olur.  
 
Bu yüzdendir ki vitrinci insanlar, başkalarına vitrin olurlar. Bu yüzden  hiç  bir zaman kendileri olamazlar. Başkası  olarak yaşayan insanlar kendi ruhlarına, zihinlerine, bedenlerine hep ihanet ederler. Bakmayın toplum ilişkilerinde iyiymiş  gibi görünen herkesin içinde  kalmak için  çaba  sarf eden insanlara. Herkesin içinde  ama mutsuz. Kendini bulan, kendiyle olan insan yalnız; ama kendi olarak  öldü.  Ne ruhuna, ne zihnine ne şu  kabuğa  ihanet etti. Kendine vefalı  olmaktır en başta  insanın  görevi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hazel Pekacar Arşivi