İbrahim Çolak
İbrahim Çolak “Ben sana yanarken, sen kime üşüyorsun?”

“Ben sana yanarken, sen kime üşüyorsun?”

Mektubu aldım, mektubun korla dolu. Mektubun gönlümü dağladı!

Daha yazmaya başlamadan biliyorum, cümlelerim eksik, cümlelerim yarım kalacak…

Gece. Aralık gecesi. Ankara’nın o insanı donduran soğuğu, kapının ardında bekliyordu. Sigaramı yakıp balkona çıktım. Sigaramı dediğime bakma, üst üste kaç sigara içtiğimi bilmiyorum. Uyumaya başlayan şehrin üzerinde dolaşan gözlerim, gerçekte, senden bana kalan gülümseyen yüzünden başka, hiçbir şey görmüyordu. Sen hep gülümsüyordun da ben gülemiyordum. Soğuktan yüzüm, dudaklarım buz tutuyor, sigara üstüne sigara içiyor, gülümseyen yüzüne bakmaya devam ediyordum.

Hiçbir zaman hiçbir yarışa katılmadım, şimdi yalnızca senin için yarışabilmeyi, sana koşmayı, sana yazmayı, seni deli-dolu, seni dolu-dizgin, heyecanla, coşkuyla, tutkuyla sevebilmeyi isterdim.

Birbirini değiştirmeye çalışan insanlardan olmadım ancak severek değiştiğimi biliyorum. Severek değişmekse; bütün olumsuzluklarına rağmen hayata sarılmak, gülümsemek, okumak, yazmak ve olumlu olanı görmek olarak değiştiğimi düşünüyorum.

Aşk bazen kendisini garip usullerle ispata kalkar. Hemen yarın kalkıp sana gelmek, uzaktan da olsa seni görmek istiyorum. İnsan kalbi bir sürü tezatla doludur zaten. Bencilim. Ancak doğal ve hesapsızım. Bana hissettirdiklerinin fazlasını sana hissettirmek, yaşatmak... Sana yeni baştan sınırsız bir ülke armağan etmek isterdim.

Aşkın hava kadar lüzumlu olduğunu söylemiyorum. Bu epeyce bir mübalağalı bir örnek olur. Sevgi olmadan da yaşanabileceğini biliyorum. Ancak aşk olursa insan daha keyifli yaşayabilir. Bu tıpkı, kolsuz, bacaksız veya gözsüz yaşamaya benzer. Bu uzuvlarımız olmadan da yaşayabiliriz. Ancak sen varsın, ordasın, şimdi sana nerde kaldın demek istiyorum.

Derme çatma, üç gün sonra yok olan huzurlarla geçiyor ömrümüz. Bir çöl genişliyor göğsümüzde.

“Hangi ceylanın ardına düşsem” sen oluyorsun. Sonra ucu bucağı olmayan bir ormanda kayboluyorum, türlü kuş sesleri, ıssızlığı canlı, dinlendirici bir müzikle dolduruyor. Hafif bir rüzgâr, her ağaca ayrı bir şarkı söyletiyor. Türkü söylemeye başlıyorum, adını sesleniyorum…  Ormanın serin nefesini hissediyordum, açık bir alana çıkıp, güneşe sırtımı verip, yüzümü otlara gömüp yüzükoyun yattım. Uyuyup kalmışım. Bir köy evindeydik. Özellikle sarıasma güllerin rayihası, taze biçilmiş otların kokusu giriyordu içeriye. Sanki cennetin sadece âşıklara ayrılmış bir köşesinde uyumuştuk. Rüyamda uyanıyor, yüzüne dökülmüş saçlarını usulca yüzünden çekip, saçlarını öpüp yeniden uyuyordum. Sonra gerçekten uyandım.  Rüyamı geri getirmek için yeniden yumdum gözlerimi. Oysa gerçek olan, sana sarılıp uyumadığımdı. Canım yanıyordu.

Sevginin içinde saçmalamak da olur. Mutluluktan saçmalayabilir de insan. Ancak öyle ki bu saçmalıklarından utanmaz. Çünkü aşk, sadece iki kişinin anlayabileceği yeni bir lisan, adeta bir şifreye dönüşür.  Bunun içindir ki, kısacak bir iki cümleyle, pek çok şeyi söylemek veya ifade etmek mümkün olur.  

Aşkımızda öksüzlüklerimiz, yetim yanlarımız olabilir. Aşkımızda “insan olmanın dalgın suçları” olabilir. Aşkımızda bencilliklerimiz, aşkımızda eksik taraflarımız, aşkımızda korkularımız da olabilir. Ancak aşkımız da en çok da özgürlüğümüz ve kanatlarımız olsun isterdim.  Yeter ki basmakalıp ifadeler olmasın.

Kırların kokusunu alabileceğiniz o ilkbahar öğleden sonralarından birinde, engin bir sessizlik içinde yan yana otururduk. Küpeçiçeği yetiştirir, küpeçiçeği renginde elbiseler giyerdin. İnsanı, ısrarla iyiliğe davet eden, çağıran bir sesin, yüzün ve bakışın vardı.

O seni bıraktığım köprünün başına gidince sen orada olmayacaksın. Ben 439 numaralı otobüs durağında beklerken, sen orada olmayacaksın. Seni bulabileceğim yerlerin hiçbirinde olmayacaksın. Senin olmadığın yerler neşesiz, hatta kasvetli.

Keder sonsuz değil, sevinç de sonsuza kadar sürmüyor, sevdiği insanı yaşamak istiyor insan. Anlatamam ama susabilirim.

“Kesinlik hep hayalleri yıkar, masalın içindeki bütün hayatı çeker alır.” Hem kesin, hem masalsın!

Geçici bir süre de olsa, her şeyi unutturan, merhametli uykuya teslim olmak istiyorum. Ve yıllar öncesinden aklımda kalan bir cümleyle; “Ben sana yanarken, sen kime üşüyorsun?”

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi