Musab Seyithan
Musab Seyithan Kandil Gecelerinin Tarihî Serüveni

Kandil Gecelerinin Tarihî Serüveni

İslam, tarihi süreç içerisinde Rasûlullah ve Sahabe dönemindeki duruluğu ile yaşanmamıştır. İslam’a giren değişik din ve ırklar, önceki inançlarından bazılarını İslam’a taşımışlardır. Daha doğrusu yaşamaya başladıkları yeni İslamî hayatlarına, eski dinlerinden bazı kalıntıları da transfer etmişlerdir.

Bunlar, ibadet özelliği taşımayan ve dinin mubah alanlarına giren örf ve âdetlerle ilgili ise bir problem oluşturmamaktadır. Fakat ibadet alanına giriyorsa, bunlar bidat kategorisinde değerlendirilir. Çünkü ibadetin yeri, zamanı ve şekli Allah ve Rasûlü tarafından kesin çizgilerle açıklanmıştır. Hiçbir kimsenin bunları değiştirme, artırma ve eksiltme yetkisi yoktur.

Türkiye’de her sene “dinin kesin bir emri ve fıkhî bir gereklilikmiş” gibi kutlanılan özel geceler, -Kadir gecesi hariç- aslında İslam’ın iki ana kaynağı olan Kur’an ve sünnet tarafından “kutsal” ilan edilmemiştir. Kandil geceleri diye bilinen bu geceler; Mevlid, Regaib, Mirac, Beraat ve Kadir geceleridir.

Osmanlılar döneminde II. Selim (1566-1574) zamanından başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için bu gecelere “Kandil Geceleri” denmiştir. (Nebi Bozkurt, “Kandil”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.24, s.300)

Geleneğe sıkı sıkıya bağlı olup sorgulamadan taklit eden, hep aynı şeyleri söyleyip yapan kardeşlerimiz kusura bakmasın, bu gecelerle ilgili abartılı ve uydurma rivayetler, özellikle tasavvufî eserlerde yer alır. Mesela Regâib gecesiyle ilgili olarak Hz. Peygamber’in bu gecede ana rahmine düştüğü, Recep ayının ilk perşembe günü oruç tutup gecesinde Regâib namazı adıyla bir namaz kılmanın sevap olduğu ve bu gecenin birçok faziletinin bulunduğu yönündeki rivayetlerin asılsız olduğu, hadis âlimlerince belirtilmiştir. İbnü’l-Cevzî, Regâib orucu ve namazıyla ilgili hadisi hicrî 414 (miladî:1024) yılında ölen sûfî Ali b. Abdullah b. Hüseyin b. Cehdam’ın uydurduğunu ve hadisin başka hiçbir kaynakta geçmediğini belirtir. (İbnü’l Cevzî, el-Mevzûât, II, 47).

“Her kim, söylemediğim şeyleri bana isnâd ederse Cehennemdeki yerine hazırlansın!” (Buhârî, İlim, 38) Mütevâtir hadisine rağmen sûfî geçinen bu çakma âlim, hangi cüretle böyle bir ibadet şekli uydurur, orası da ayrıca düşünülmesi gereken bir garâbettir. “Cahil sofu dine zam yapar, modernist de dinden ıskonto yapar” diye boşuna söylenmemiştir.

Regâib gecesinin ilk defa kandil olarak kutlanmasına ise Kudüs’te hicrî 448 (m/1056), Bağdat’ta hicrî 480 (m/1087) yılında başlanmıştır.

İslâm âlimlerinin büyük bir kısmı Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde Regâib kandilinin bilinmediğini, kandil geceleri kutlanmasının diğer dinlerin tesiriyle ortaya çıktığını, dolayısıyla bu gecede özel bir ibadet yapmanın, dine bidat sokma anlamına geleceğini ifade etmişlerdir. Rasûl-i Ekrem tarafından genel olarak bid’atların yasaklanmasının yanı sıra (Buhârî, Sulh, 5), cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklandığını (Müslim, Sıyâm,147-148), bu sebeple Regâib günü ve gecesinde belirlenmiş, o geceye özgü uydurulmuş ibadetler yapmanın dinen sakıncalı olduğunu belirtmiştir. (TDV İslam Ansiklopedisi, c. 34, s. 535)

Peygamberimiz (s.a.v), Ashab-ı Kiram, Emevîler ve Abbâsîler dönemlerinde herhangi bir kutlama örneğine rastlanmayan Rebiulevvel ayının on ikinci gecesi olan Mevlid kandili, ilk defa hicretten yaklaşık 350 yıl kadar sonra Mısır’da, Şii Fâtimî Devleti döneminde kutlanmaya başlanmıştır. Eyyûbîler döneminde birçok tören ve bayram kaldırılmış olduğundan Mevlid kutlamaları Erbil Atabegi Begteginli Muzafferuddin Kökböri (ö.629/1232) tarafından büyük törenlerle yeniden kutlanmaya başlamıştır. Muzafferuddin Kökböri’nin bu kutlamaları yeniden başlatmasının ardında, Musullu sûfi Ömer b. Muhammed el-Mellâ’nın bulunduğu belirtilmektedir. (Ahmet Özel, “Mevlid”, DİA, c. 29, s. 475) Peygamber Efendimizin doğum günü olan bu gecenin faziletine dair de herhangi bir delil mevcut değildir. Elbette Rasûlullah’ın doğumu önemlidir. Onun doğum gününü fırsat bilerek Peygamberimizi, yaptığı toplumsal ve itikadî değişimi kitlelere anlatmak ve onları bilinçlendirmek için salonlarda anma törenleri düzenlemekte bir sakınca yoktur. Siz mevlit kandili icat eder ve o günü ibadet gününe dönüştürerek camilerde kutlarsanız, o zaman Allah ve Rasulü’nün verdiğ kıymete kanaat etmeyip durumdan vazife çıkararak dine yeni bir bidat girdirmiş olursunuz. Vatandaş da o günü, günah çıkarma gününe dönüştürür. Din algısı, orijinal eksenimden kaymış olur.

Bu gecelerden Kadir gecesi ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de “Kadir suresi” adıyla müstakil bir sure bulunmaktadır. Bu surede Allah-u Teâlâ, Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.

Kadir gecesinin ihyası ile ilgili olarak Peygamber (s.a.v)’den; “Allah’ım! Sen affedicisin, cömertsin. Affetmeyi seversin. Beni de affet (Tirmizi, Daavât, 84) duası haricinde herhangi bir ibadet tavsiye edilmemiştir. Fakat Âişe validemizin bildirdiğine göre Peygamberimiz Ramazan ayında, diğer aylara oranla ibadetlere odaklanır, ayrı bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise Mescid-i Nebevî’de itikâfa çekilirdi. (Buharî, Fadlu Leyleti’l-Kadr 5, Müslim, Îtikâf 8, (1175); Ebu Dâvud, Salât 318).

Beraat gecesinin fazileti ile ilgili olarak da Peygamberimizden nakledilen birkaç hadis bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesinde bu gecede Allah’ın dünya semasına tecelli edeceği, Kelb kabilesinin koyunlarının kılları adedince insanı bağışlayacağı ve kendisine edilen tüm duaları kabul edeceği anlatılmaktadır. (Tirmizi, Sıyam, 39; İbn Mace, İkamet, 191) Bu hadise, kitabında yer veren İmam Tirmizi ve onun hocası İmam Buhari başta olmak üzere birçok âlim, bu hadislerin isnatlarında problem bulunduğunu, dolayısıyla hadislerin zayıf olduğunu ve bunlarla amel edilemeyeceğini belirtmişlerdir. (Bkz: Tirmizi’nin Sıyam, 39′da bu hadisten sonra yer alan açıklaması ile Muhammed Fuad Abdulbaki’nin İbn Mâce, İkamet 191′de yer alan açıklamaları).

Müfessirlerden Ebu Bekir İbnu’l-Arabî, Berat gecesinin fazileti hakkında bir tek sağlam hadisin bile gelmediğini, dolayısı ile bu konu ile ilgili olarak hadis diye dolaşan sözlere itibar edilmemesi gerektiğini söylemektedir. (Ebu Bekir İbnü’l-Arabî, Ahkâmla-Kur’ân, c. 4, s. 1678, Duhân Sûresi, 2. ayetin tefsiri)

Müslümanların cuma ve bayramlar dışında bazı gün ve gecelerde dinî-tarihî olayları hatırlayarak heyecanlarını tazelemeleri ve bu münasebetle bazı etkinliklerde bulunmaları tabiidir. Ancak doğruluğu sabit olmayan veya uydurulan rivayetlere dayanan bazı ibadet şekillerini ortaya koymak kabul edilemez. Dinî hayat süreklilik ve kararlılık isteyen zihnî ve kalbî bir yatkınlıktır. Yılın birkaç gün veya gecesinde dinî hayatı yaşayıp belli davranışları tekrarlamak dindar olmanın dünyevî ve uhrevî sonuçlarını doğurmaz. Bu açıdan bakıldığında kandiller münasebetiyle gösterilen faaliyetler doğrudan İslâm’ın bir emir veya tavsiyesi değil çeşitli Müslüman toplumların gelenekleri konumundadır.

Kur'an ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in güvenilir tatbikatı temel alındığında, İslam tarihinde Kadir Gecesi'nden başka kutlanacak gece yoktur. Bütün geceler kutsaldır, her gece Allah'a ihlâs ve huşu ile ibadet edilir. Kadir Gecesi'nin önemi, Kur'an-ı Kerim'in bu gecede indirilmiş olmasındandır. Kadir suresi ile onun kutsallığı tescil edilmiştir. Cuma günü, Ramazan ayı ve iki bayram (Ramazan ve Kurban) gibi bir öneme sahiptir. Bunun dışında Mevlid, Regaib, Miraç, Beraat gibi geceleri Hz. Peygamber (s.a.v)'in, ashabının ve tabiinin kutladığına dair güvenilir tek bir kayıt yok. Bunların kutlanması icap etseydi Rasûlullah (s.a.v), bunu bize apaçık bildirir, kendisi de kutlardı. Biz tarihte, başka dinlerin kendilerine özgü kutsallıklarından ve kutlamalarından etkilenerek bu türden kutsal geceler icat ettik.

Dinini ciddiye alan ve hayatlarını Hz. Peygamber'in sünnetine göre yaşama azmi içinde olanlar, “Ne olsa gider” post modern hurafesine iltifat etmeden her günü nasıl yaşıyorlarsa öyle yaşamalıdırlar. Çünkü İslam’da toplu günah çıkartma gün ve geceleri yoktur. İbadetlerde az da olsa devamlı olanıdır. Ölüm gelene kadar Allah’a her gün ve gece kesintisiz ibadet etmekle sorumluyuz (Hicr:99). Bunu belli gün ve gecelere indirgeyemeyiz. Modelimiz olan Rasûlullah’ın hayatında bulursak alırız, bulamazsak Allah ve Rasûlünden rol çalarak yeni ibadet gün ve geceleri icat edip ve bunlara özgü ibadet türleri uydurarak paralel bir din ortaya koyamayız. Bu, hakkımız da değildir, haddimiz de... Çünkü bu durum, İslam’ı; doğuş tabiatına uygun olarak bir “pratiği olan hayat dini” olmaktan çıkarıp, “mübarek gün ve geceler dini” haline getirmektir. Sonuç olarak bu da bizi, papaz gibi bir imam, İncil gibi bir Kur’an ve Hıristiyanlık gibi bir İslam anlayışına götürür.

Dolayısıyla din adına yapılan her şeyi, kendi doğal sınırları içinde ele almak, ne artırarak ne eksilterek, Kur’an ve onun tebliğcisi Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından nasıl tebliğ edilip öğretilmişse, o kadarıyla almak gereklidir. Allah ve Rasûlü’nün verdiği kıymete kanaat etmek zorundayız. Sahabe bu dini nasıl anlamış, neler yapmış, bizler nasıl anlıyor neler yapıyoruz, mukayese etmeliyiz. Aksi halde kendi ellerimizle dine müdahalede bulunmuş, işimize geldiği veya hoşumuza gittiği gibi dinde bazı ilave veya eksiltmelerde bulunmuş oluruz. Buna hakkımız yoktur, haddimiz de değildir. Vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi