İpek Özkayaalp
İpek Özkayaalp İnsanlık Sahamızın Bel Kemiği

İnsanlık Sahamızın Bel Kemiği

Değerli kardeşlerim

Yaşadığımız ve adına “modern zaman” denilen bu günlerde, geçmişte bıraktığımız samimi, sıcak, içten, sade günlerimizi çok özlüyoruz. Zamanın geçmediğini düşündüğümüz çocukluk günlerinde, aile olarak yapılan muhabbetlerin ve içilen çayın tadını şimdilerde bulamıyor, ince bir özlemle “AHH” çekerek hatırlıyoruz, dile getiriyoruz.

Mahallelerde insanların birbirini tanıdığı, komşuların derde derman olduğu, bencilliğin, kibrin ayıplandığı, paylaşmanın, bereketin, edebin, ahlâkın çok daha belirgin hissedildiği dönemlerdi. İnsan olmanın değer gördüğü, insanlığın kıymetli olduğu günlerdi.

Ben kış aylarının daha samimi oluşuna inanan biriyim.

Kışın içilen ve içimizi yakarcasına ısıtan bol tarçınlı salep, sokakta mangal kömüründe pişirilen, kese kâğıdının içinde ikram edilen sıcacık ve nefis kokan kestaneler… Tanımadığınız birisine ikram ederken ve bize de ikram edilirken yüzlerde oluşan tebessüm ve ikramın bereketiyle hâsıl olan muhabbetler, toplu taşımalarda sıkça rastlanan güzelliklerin bazılarıydı.

Evet, nerede o günler der gibisiniz!

Bizler sadece o günleri yitirmedik. Gelişimiyle hayatımızı geliştirdiğini ve bizlere bir şeyler verdiğini zannettiğimiz teknolojinin aslında bizlerden neler götürdüğünü gördük, görüyoruz ve ne yazık ki görmeye de devam edeceğiz. İnsanlığın teknoloji karşısındaki yenilişini, teknolojinin insanlık namına bizlerden neleri sökerek alıp götürdüğüne her gün şahit oluyoruz. En başta duygularımızı köreltmeye başladı. Bizleri elimizdeki ekranlara bağlı ve bağımlı bir hale getirdi. Bencillik ve kibir arttı. Sahte mutluluklarla kendimizi tanıtır olduk. Artık hayatımızın (maalesef ki) bir parçası olan sanal dünyada bir yandan çevremiz genişlerken, bir yandan da sevdiklerimiz birer birer bizden gidiyor. Evet gidiyor… Hem bizden hem dünyadan.

Somurtan suratlara sahip, teşekkür etmesini, özür dilemesini bilmeyen, bilse de bu erdemleri zayıflık olarak gören insanların sayısı arttı. Yaşlılara saygısını kaybetmiş, komşuluk hakkını önemsemeyen, kendi çıkarını her şeyin üstünde tutan, edep ve ahlâktan uzak tavırlarla, sözlerle davranmayı DOĞRULUK zannedenler insanlar…

Tüm bunlara rağmen, umudumuzu ve şükrümüzü asla yitirmememiz için çok güzel ve bir o kadar da duygu yüklü bir söze sahibiz.

ELHAMDÜLİLLAH!

İnsanlığın bu gidişatı bizleri üzse de, acı ve ızdıraplı gibi görünse bile “Hamd(in övme ve övülmenin her türlüsü), âlemlerin (tek) Rabbi olan Allah’a dır.”

(Fâtiha Sûresi / 2. Âyet)

Hamd etmeyi sadece iyi durumlar için değil, Allah’ın bizlere verdikleri dışında vermediklerine de etmesini bileceğiz.

Kötü sandığımız durumları dahi, “bunda bizim için ne hikmetler, güzellikler var”, “her işte bir hayr vardır” düşüncesiyle karşılayıp teslim olacağız.

Bu ikili ilişkilerimiz içinde geçerli.

İnsanoğlu “teşekkür ederim” ifadesini duygusallıktan kaynaklı diye bilir ama asıl mesele sadece teşekkür edip, etmemek değildir ki… Mesele ve önemli konu, ortada teşekkür edilecek bir durumun olmasıdır, oluşmasıdır.

Güzel bir şeyle, mesela bir kediyle, karşılaşınca hemen başını okşarız, sevgimizi gösteririz. Bunun karşısında da hayvan mest olarak karşılık verir. “Sen ne kadar güzelsin” deriz.

Peki, nereye gider bu söz, övgü?

Peki, övgü kediye mi gitti, kedide mi kaldı?

Bunu hep düşünülmeliyiz.

Bu sebeple “Elhamdülillah” çok muazzam bir sözdür.

Yerleri gökleri dolduran bir kelimedir Elhamdülillah ve bu sözü şuuruna vararak söylemeyi Allah C.C. bizlere nasip eylesin.

Allah’a şükretmeyen insanlara da teşekkür etmez, edemez.

Elhamdülillah böyle bir şey!

Kur’an’ı Kerim’in ilk Âyeti Fatiha Elhamdülillah ile başlar. Bu da bize apaçık bir şekilde ilk öğrenmemiz gereken sözlerden biri olduğunu öğretir.

Bu duygu gelişmesi kulun çevreyi incelemesini, yapılan iyiliklerin karşısında iyilik yapmasını, güzel söze güzel sözle cevap vermesini sağlar. Bu güzel sözleri söyleyene, iyilik yapana karşı bir bağlılık, sevgi, şükran duygusu duymaya başlar. Asıl mesele bizler için budur.

Topluluk olarak bizlerinde acilen bu duygu içerisine girmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Bizler münevver insanlarız!

Bizler hamd duygusuna erişmekte nasipli bir nesiliz ve bizler çok şükür ki cahil değiliz!

Bizlerin etrafımızda olan biten her şeyin sadece ve sadece bizim hayrımıza ve bu sebeple de her şeyin hamd edilmeye layık olduğun anlamış olmamız, tüm olanın bitenin O’nun olduğunu idrak etmemiz lazım.

İlmin ve hikmetin bu duygusuna erişmek hedefinde olmalıyız. Yoksa bu fani dünya üzerinde tahsil yapmışız, kazanç elde etmişiz, yatırımlar yapmışız neye yarar. Tüm bunlar ancak dünya keyfine dalmışların işidir.

Mü’min insanlar olarak, insanlık sahamızın temelinde, Elhamdülillah duygusunu belkemiği yapmamız lazım.

Bu öyle düz bir duygu olmaktan ziyade çok derinlemesine şuuruna vararak hissederek “Elhamdülillah” demeyi gerekiyor.

“(O mü’minler;) tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın sınırlarını (koyduğu hükümleri) koruyanlardır. (İşte böyle) mü’minlere (cenneti) müjdele!”

(Tevbe Sûresi / 112. Âyet)

Allahu Teâlâ hazretleri bizleri Elhamdülillah duygusunu ve bu güzel huylara sahip olan bahtiyar zümresine ilhak buyursun.

Âmin

Saygı ve duâ ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
İpek Özkayaalp Arşivi