Hz. Muhammed (sav) ve Vefa
Vefa, sevgide bağlılık demektir. Daha geniş bir tanım yapacak olursak vefa; yapılan iyilikleri unutmamak, yapılan iyiliklere hiçbir karşılık beklemeden misliyle mukabele etmektir. Vefa, Müminlerin kalp durağı, sevginin anahtarıdır. Vefa bilincine sahip olan insanların Kâmil manada bir imana sahip olduklarının en önemli göstergesidir. Çünkü vefa sahipleri Allah'a teslimiyetin nişanesi olarak hayatlarına devam eder.
Vefa duygusunun zirvesini yaşayan ve örnekleriyle hayatımıza bir rehber niteliği teşkil eden Allah Resulu Hz. Muhammed (sav)'in hayatını incelediğimizde bunu fazlasıyla müşahede ediyoruz:
Peygamber Efendimiz altı yaşına vardığında muhterem anneleri Hz. Âmine validemiz geçirdiği bir hastalık sonucu hayata gözlerini yummuştu. Öksüz kalan Allah Resulu Hz. Muhammed (sav)'i önce dedesi Abdulmuttalib, daha sonra da Amcası Ebu Talib himaye etmişti. Bu zamanlarda Peygamberimizin amcasının sevgili eşi Fâtıma Hatun peygamberimizle ilgilenmiş, onu kendi öz çocuklarından ayırmamış, sevgi ve merhamette eşit davranmıştı. Öyle ki Hz. Muhammed sofraya oturmadan kimse yemeğe başlamazmış.
Fâtıma Hatun Medine'ye hicret ettikten sonra vefat etmiş. Vefat haberini alan Hz. Muhammed (sav) bu hadiseye ziyadesiyle üzülüp "Annem öldü" demiştir. Peygamber Efendimizin Fâtıma Hatun'a olan sevgisinden dolayı kendi gömleğini kefen yapmıştır. Sahabiler Peygamberimizin bu üzüntüsünden dolayı:
"Ya Resulallah! Herhalde Fâtıma'nın ölümüne çok üzüldünüz?" sualine Resulallah şu cevabı vermiştir:
“O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyurur, kendi çocuklarının üstü başı toz toprak içinde dağınık dururken, o önce benim başımı tarar ve gülyağı sürerdi. O benim annemdi.” buyurmuştur. (Ya’kubî, II, 14)
Fâtıma Hatunun bu iyiliğini hiçbir zaman unutmayan Hz. Muhammed, Fâtıma Hatunun yükünü hafifletme adına oğlu Hz. Ali'yi himaye ederek ona bakarak vefalı oluşunu göstermiştir.
İnsan için Vefanın en yüksek mertebesi ise kendisini yaratan, rızık veren alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'ı unutmaması, ona kulluk vazifesini yerine getirmesidir. Nankörlük ise insana dünya saadetinin yanı sıra Âhiret hayatını da kaybettirir. Bu hususta Yüce Rabbimiz İbrahim suresinde şöyle buyurmaktadır:
“Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım, eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çetindir”.(İbrahim, 14/7)