HASSAS COĞRAFYA ve EMTİA ETKİSİ
Dünyamızın öncelikle yirmi birinci yüzyılın kalan kısmını, barış veya savaş koşullarında mı geçireceği, ABD, Almanya, Japonya, İngiltere, Fransa gibi birkaç büyük ve gelişmiş ekonomi ile bunların yancıları ile, Çin, Hindistan, Rusya gibi enerji, ucuz aynı zamanda nitelikli işgücüne sahip gelişmekte olan ülkelerin kapışmasının sonucuna göre şekillenecektir. Bir de bu gruba, kökü tarihi temellere dayanan devlet kültürüne sahip batılı ülkelerin aleyhine ancak, haklı olarak kendi çıkarlarını öne çıkaran politikalar uygulamaya çalışan petrol, doğal gibi iki önemli emtia yataklarının bulunduğu Orta Doğu Bölgesine komşu Türkiye ve İran gibi ülkeler dahil edildiğinde, global ölçekte bir barış, huzur ve refah beklentisi, pek yakın bir ihtimal olarak görünmemektedir. Yeryüzünün kaynaklarının orantısız paylaşımı nedeniyle içinde iki dünya savaşı barındıran yirminci yüzyılda, İngiltere ve ABD gibi gelişmiş iki ülkenin düşünce yapıları, içinde bulunduğumuz yüzyılda da ne yazık ki değişmediği gibi, söz konusu iki ülkeye Almanya, Fransa gibi yenileri eklemlendi. Gelişmekte olan ülkelerin, gelişmişlerin tecrübelerinden de yararlanıp daha hızlı büyüme kapasitesine ulaşarak, global ticaret pastasından daha pay almak istemeleri, günümüzdeki sorunların ilk sırada gelen temel çıkış nedenidir. ABD’nin korumacı politikalarla Çin başta olmak üzere AB, Meksika ve Kanada – bu ülkeleri dize getirebilirse sırada başak ülkeler var – gibi dış ticaret işlemleri sonunda açık verdiği ülkelerin gelişim hızı karşısında geride kalmasına, teknolojiyle karşılık verme yerine tehdit, şantaj içerikli sosyal medya üzerinden verilen mesajlarla, ülkeler arasındaki ilişkilerde uluslararası teamüllerle bağdaşmayan bir tarz takip etmesi, dünyanın huzur ortamına girmesine yönelik umutları gittikçe azaltmaktadır.
Korumacı politika uygulamalarında Trump’ın Kanada ve Meksika’ya yönelik tehdit ve dayatmaları ABD ekonomisi için olumlu sonuçlar verirken, aynı durumu Çin ile girdiği ve halen devam eden görüşmelerde için söylemek mümkün değildir. ABD’nin 10 Mayıs’tan itibaren geçerli olan 5700 farklı mallara uyguladığı vergi oranını %10’dan %25’e yükseltirken, Çin’de karşı bir hamleyle 60 milyar $ tutarında ve 5 bini geçen ABD menşeili mallara yönelik vergi oranlarını %5-%25 oranlarında artıracağını açıklaması, şu an itibariyle anlaşma noktasından oldukça uzaklaşıldığını göstermektedir. Bu durumun iktisadi yansıması kısa dönemde öncelikle, ABD ve Çin’in karşılıklı vergileri artırılan malların üretimin yapıldığı sektörlere dolayısıyla da ilgili firmalara olacaktır. Orta vadede sektör ve firmaların potansiyellerinin altında eksik kapasiteyle faaliyetlerini sürdürmeleriyle karşılaşmaları evresine geçilecektir. Sonraki aşama ise durgunluğun ABD ve Çin ekonomisine yayılarak işten çıkarmaların artması, firma ve bireylerin gelirlerinin düşerek ithal olanaklarının azalmasıdır. Bu noktadan sonra Trump’ın Çin’e yönelik korumacı politika uygulamasının olumsuz etkileri artık salt iki ülkeyi değil, tüm dünyayı kapsamına alma şekline dönüşmüştür. Bu iki ülkenin gelirinin azalması anlamı, dünyanın geri kalan ülkelerinden yapacakları ithalat gücünün azalması ve etkileşimin tüm ülkeleri sararak, ekonomik durgunluğu evrenselleştirmesidir.
Ülkemiz ABD’nin İran ve Rusya’ya yönelik uygulamaya koyduğu petrol ve doğal gaz ithalatı nedeniyle, yaptırımların tam göbeğinde yer almaktadır. Türkiye’nin ihracat ve ithalat ilişkilerinin %50’den fazlasını kapsayan AB’nin durgunluk sürecini yaşamasına ilave olarak, Avrupa’nın lokomotif ülkesi konumundaki Almanya’nın ekonomik göstergelerinin de yavaşlama işaretleri vermesi ve bu durumdan kurtulması için IMF tarafından da vergilerde indirim yapması ve dış unsurlar karşısında sağlam durabilmesi adına dijital altyapısını geliştirmesi şeklinde uyarılması, Türkiye açısından hoş olamayan gelişmelerdir. Ayrıca ülkemizin ABD ile birebir karşı karşıya geldiği Rusya’dan S-400 savunma sistemlerinin teslim alınması ve sorunun çözümü konusunda belirsizliğin devam etmesi, Akdeniz’in varlığından söz edilen petrol ve doğal gaz yatakları nedeniyle, petrol araması yapan gemilerle dolması gibi gelişen olayların iç ve dış ekonomi ile siyasi etkileri, üzerinde hassasiyetle durulması gereken hata götürmez konulardır. Çünkü ülke olarak atılacak her iktisadi ve siyasi adım sonrası, başta iç politika olmak üzere ABD, AB ve Orta Doğu gibi dünyanın önemli merkezlerinde genellikle Türkiye aleyhine fırtınalar kopartılmakta, söz konusu gelişmelerin geri dönüşümü ekonomimize belirsizliğin derinleşmesi şeklinde yansımakta ve çözümü zorlaştırmaktadır.
Soru: Munzam Karşılık Oranı ile Disponibilite Oranı aynı anlamı ifade eder mi? Neden?
Sözün Gözü: Yüksek enflasyonist ortamda ekonomi istikrara kavuşamaz.