Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci HAMALIN HİKÂYESİ

HAMALIN HİKÂYESİ

Şehrin ışıkları, ayaklanmaya başlamıştı. Adımlarını çok daha hızlı atıyor yorgun bedenler. Belediye otobüslerinde istiflenmiş insan manzaraları, caddelerde gözleri kamaştıran renkli ışık kümeleri, fırından alınan iki ekmek, Allah’a emanet kapatılan kepenkler… Akşamcılar açık hava Gökyüzü Yıldız otelinde yerlerini almışlar çoktan. Hüzün, bitmişlik, yılgınlık, ayrılık, veda, telaş daha tüm duygular depreşirde şu günbatımı belki de ölüm düşünülmez. Herkes bir yere akıp gider; sıcak bir tas çorbanın dumanına, ağlayan bir bebeğin gözyaşlarına, bir delikanlı al yazmalı gelinine... Uçar sanki gariban fakirhanesine, çakırkeyif mezesine, bir aşk meşkine...

—Simit ister misin ağam?

-?!...

—Tazedir ha akşam simidi!

—Sağ olasın gözüm.

Arkasını dönüp gitti, sakin umarsız. Köşede Ağa bacı son çiçeklerini veriyordu bir genç kıza. Kırmızı menekşe papatya, sarı laleler, birkaç gül, Kuyumcu Avni çoktan boşaltmıştı vitrinini altınlardan. Akşam müşterileri pazarlığa girmiş Himmet amcayla, Himmet Amca mütebbessim, sabırlı. “Her yiyen, kısmetini yer.” diyor ve bağlıyor işi.

Vücudu ağırlaştı birden, tüm pazar sırtına binmişti sanki. Kalbine bir ağrı saplandı, bir ince sızı, vefasızca, sorgusuzca ve usulca.

—Gidelim, dedi ince bir ses.

İtiraz etmedi, yürümeye başladılar. Eliyle kalbine dokunmak istedi, elleri doluydu.

—Dur hele, şuradan birde yemek ısmarlayalım, hazırda eve yok.

Durdular, ışıklarla donatılmış, ismini tam olarak okuyamadığı, ancak insanların yarışırcasına bir şeyler yediği yerin önünde oraya ait olmadığı hissiyle güçlükle beklemeye başladı. Kalbi sızlamaya devam ediyordu, şöyle eliyle, bir nefes alımı bastırabilse geçecek sanki ama... Bu ağırlığı zor kaldırmıştı zaten, sol elindeki filede birkaç renkli şişe ilişti gözüne, şu kâğıt torbalarda kuruyemiş olmalıydı.

—Tamam, gidebiliriz dedi.

Yürüdüler. Yavaş, sakin fakat edalı yürüyordu. Kafası dik koltuk altında beyaz deri bir çanta, parmaklarında ışıltılı yüzükler, kalın çerçeveli renkli gözlük.

—Yoruldun mu?

—Yok

—Alacağım birkaç şey daha vardı ama marketten tamamlarız artık. Akşama misafir gelecek her şey tamam olmalı değil mi?

-........

-Şu çantayı da tutar mısın? Ağır olmadı değil mi? İyi mi böyle?

-.......

—Alışverişi çok severim, paramızda var ama dayanıyor mu bunca ihtiyaca. Dur! Şuradan biraz tatlı alayım kendim yapamıyorum da.

Elleri terliyordu, ipleri sıkıca kavradı. Kalbindeki sancı dinmiyordu, hafiflemiyordu bile. Elinin birini kalbine götürebilseydi muhakkak rahatlardı. Ellerim hayatın içine dek böyle sokulmuşken ah şimdi kalbine dokunabilseydi... Bunca yük daha nasıl taşınırdı? İnsan neden vücudunun bir yerinde bir ağrı olsa elleriyle orayı tutar?

Ne var bu parmaklarda, avucumuzun içinde gizli bir şifa mı saklı? Her acıda ellerimiz varır önce. Hayatın en ince işlemelerine kadar tutan ellerimiz, dua dua büyüyen kavgamızı, umudu, hasreti sıkı sıkıya tutan bu eller... Kalbi derin bir sızıyla atmaya devam ediyordu.

—Yürüsene geç kalmayalım.

Yürüdü, tüm dünya sırtındaydı, kent, caddeler, sokaklar, bir ömür omuzlarındaydı. Eski fotoğraflardaki silik yüzler canlandı sanki etrafında, çevresinde birçok insan silueti. Kadın önde o arkada gözlerini sonuna kadar açarak yürüdü.

Sesler kayboldu, bir uğultu konaklandı kulaklarına, bu yolculuk biter miydi? Bedeni kalbini, kalbi sancıyı dinliyordu, ellerini kalbinin üzerine koymalıydı...

Kadın birileri ile konuştu, gülüştüler. Bakışların kendine yöneldiğini hissetti.

—Niye olmasın ayol, para vermeyecek miyiz?

Bir ömür daha yüklediler sırtına, kalbi gözyaşı döktü, elleri titredi, sarsılmadı. Simitçi çocuk yanlarından geçti, bağırdı;”Öldüm ağam ben, bittim ben!”

Işıklar yanıp sönüyor, hayatın bu karesi durduruldu sanki. Sesler uzaklaştı. Bir mezarlığın ortası, kurumuş toprak kokusu, kalp ağrısı, sızısı... Kadın bahçe kapısının önünde

—Rüstem Efendi, Rüstem Efendi gel şunları yukarı çıkar çabuk!

Elleri gevşedi gücünden arta kalanı küfeyi yere koymakta kullandı. Kadın konuşmaya devam ediyordu.

—Çok geç kaldık şimdi gelirler. Hey dursana paranı almadın...

Küfesini kaldırdı, yürüdü, iki eli kalbinin üzerinde.

Kadın bağırıyordu

–Hamal hamaall!!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi