Hakiki meselemiz nedir?
“Ne var ne yok” sualine “yuvarlanıp gidiyoruz” cevabıyla karşılık veren insanlarız. Ne sualin ne cevabın teşmil ettiği alanı ve isabet ettiği noktayı kestirmek güç lakin ne anlatmak istediğini anlıyoruz. Yuvarlanıp gittiğimiz yer dünya, peşinde koşturup durduğumuz şey hayatın kendisi.
Günümüz dünyası kendine yetişmeye çalışan insanlarla mutlu artık. Bize düşen; tarafımıza biçilen uğraşların, salık verilen hobilerin, belirlenen tatillerin vaktince takip edilmesi. Peşine düşüp gittiğimiz sınırlı/kısıtlı hayatın kucağımıza bıraktığı uğraşlar, koşuşturmacalar, kaygı ve algılar hakiki bir hayatı yaşamaya imkân vermiyor. Bu hal sadece bireysel hayatlarımızı kuşatmış değil devletlerin de uğraşısı yüksek idealler ve huzurlu, mutlu, derinlikli amaçlar doğrultusunda ilerlemiyor.
Modern hayatın bize dayattığı harcayarak mutlu olma ve harcamak için daha fazla kazanma duygusu, bir duygu olmaktan çıkıp gereklilik ve zorunluluk halini aldı bile. İnsanoğlu teknik konusunda ilerledikçe devasa bir karmaşa içine girdiğini göremedi ya da gördü de görmezden geldi.
Harcamak üzerine kurgulanmış bir hayatın içinden geçiyoruz. Üretim dünden çok daha fazla lakin tüketme alışkanlığı üretime galebe çaldı. Ruhun mutmain olması, kalbin sükunete ermesi, insanın kendi var oluşuna anlam yüklemesi, günümüz dünyasının çok da umurunda değil.
Hakikatin varlığı sanal dünyaların heyulasında kaybolup gitmiş olmasın! Oysa yüksek idealler, kendini gerçekleştiren fikirler, sanat ve ahlak bizatihi bireysel bir uğraş olsa da nitekim tüm insanlığın meselesidir. Dünya gailesi şimdilerde insanlığa tüm ağırlığı ile sirayet etmiş durumda. Bu gaile ile uğraşırken kalbin ve ruhun çaresizliği gittikçe çoğalıyor.
Estetik kaygılar, sanatın oluşturduğu yüksek duygu ve coşku hâli, metafizik dünyanın insana kattığı düşünsel boyut gittikçe kayboluyor. Sıradan ve basit işler gündelik ve geçici hevesler çokça vakit alan bayağı mevzular, hakiki meselelerimiz değiller.
Tüm olan biten, tüm bu teknolojik gelişme, icatlar, yeni aygıtlar, hızın getirdiği güç ve daha nicesi insanın huzuru, mutluluğu için değil miydi? Misal insan, daha vefakâr, daha merhametli, daha düşünceli olabilirdi. Doğruluk, hak, adalet, paylaşmak gibi değerler saadetin peşinde yoldaşlık yapabilirdi? Kim bilir belki de gelişim ve değişim devam ettikçe bulacağız hakikati.