Türk modernleş(tir)mesi üzerine…
CHP’Lİ OLMAYAN ÖĞRETMEN, ÖĞRETMEN DEĞİLDİR!
CHP’Lİ OLMAYAN İNSAN, İNSAN DA DEĞİLDİR!
Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıklaması aslında, Türkiye’nin derinlerindeki bir travmayı 18 yıllık Ak Parti iktidarı ile unuttuğumuz bir travmayı hatırlattı. Bugünkü yazımı bu travmaya neden olan zihniyete ayırmak istedim. Türk Modernleş(tir)mesi üzerine…
Türkiye, 200 yıllık batılılaşma macerası ile beraber elitlerini kaybetti. Kaybolan elitleri yeni bir toplumsal sınıf oluşturdu. Bu kitle homojen olmasa da bir karakteristiği mevcut. Devletle iç içe geçmiş bu elit sınıf, açıkça ifade edil(e)mese de Comte’nin Bilim/İnsanlık Dinine, Pozitivizm dinine mensup. Yaşam biçimleri Batılı/Bohem,
Siyasi düşünceleri İtalya ve Almanya’dan muphem lider kültüne dayalı, devlet anlayışları Fransa orjinli jakoben laikçi…
Din başta olmak üzere, halka ait ne varsa hepsine tepeden bakan, buyurgan, hasmane dil;
Bu dil, geniş halk kitleleri ile arasına mesafe koysa da, bu toplumsal sınıfın elitizmini beslemektedir.
Bu elit modernist sınıfın muhayyilesinde, kendileri devletin asli sahibidir, halkta aydınlatılması, modernleştirilmesi, insanlaştırılması gereken bir nesnedir. Bu nedenle bu elit sınıf asla insani olamayacaktır, demokrat olamayacaktır. Şapka takmadığı için şehir meydanlarında kitlesel idamlar ile başlayan modernleştirmenin yeni evresi, halk ozanı Aşık Veysel'in modern olmadığı için Ulus Meydanı'na sokulmayışı gibi absürt örnekler ile devam etti. Şehit annesinin, evladının cenaze törenine katılmasına izin verilmediği trajik süreçleri, başörtülü fotoğraf vermediği için hastaneden kovulan yaşlı kadınları gördük. Başörtüsü üzerine takılan peruk ile üniversite öğrenimini sürdürmeye çalışan hanımefendilerin jandarma bariyerindeki adalet haykırışlarının çamurlu yollarda opera dinlemeye giden zevatın çağdaş Türkiye çığlıkları ile bastırılmasına şahit olduk.
Kendisi ile barışık olmadığı için öfke nöbetlerini paranoyak histeriye dönüştüren modernist elit, şükür ki bugün kriz üretecek güce sahip değiller. Ama öfkelerinden de paranoyak histerilerinden de hiçbir şey kaybetmediler. Geçen yıl İstanbul Beşiktaş ve Kadıköy'de, Bu yıl Konya'da başörtülü hanımlara saldırılarda gördüğümüz gibi yaşam biçimine müdahalenin en iğrenci bu modernist elit tarafından tıpkı 28 Şubat sürecindeki gibi yapılabilmektedir.
Bir parentez;
Kamu düzeninden sorumlu olan yargı ve güvenlik bürokrasisi bu terörist saldırıları nefret suçu ve ayrımcılık suçu çerçevesinde değerlendirmelidir. Bu saldırıların failleri tedbir alınmaz ise çok daha ötelerini yapabilecek öfke ve paranoyak histerisi içinde oldukları açıktır.
Dün milletin değerlerine yönelmiş husumet Gezi olaylarında ve 15 Temmuz’da doğrudan Cumhurbaşkanımızın şahsına yönelmiş ve bugün de siyasi bir projeye dönüşmüştür. Siyaset sahnesindeki ittifak kurgusunu da bu çerçeveden okumak lazımdır. Bir araya gelmesi mümkün olmayan antikapitalist Müslümanları, LGBT Aktivistlerini, Beyaz Türk Ulusalcılarını, Kandil Kontrollu yapıları, mesajı aldık diyen siyasetçileri ve FETÖ’cü kılıç artıklarını biraraya getiren akıl, bugün daha büyük bir biraraya gelişi koordine ediyor.
Öfkeli modernlerin öfkesine paratoner olan Cumhurbaşkanımızın siyasetteki gücünü kaybetmesi üzerine kurgulanan stratejinin başarıya ulaşması ardından Öfkeli modernlerin öfkesinin kime yöneleceğini 28 Şubat tecrübemizden biliyoruz. Evet, modernist terörizmin husumeti, yalnızca başörtülü kadınlara değil, modernleştiremediği herkese hatta bugün müttefiklik ilişkisi içerisinde olduğu Dindar kadrolara bile yönelecektir. Bu ülkenin bütün imkanlarından en hoyrat biçimde yararlanan hoşnutsuz liberallere, ‘tebdili mekanda ferahlık var’ diyen tatlısu muhafazakarlara ve Non-Siyasal Figürlere de bu husumetten pay düşecektir.
Öğretmenler, bu husumetten ilk payı aldı. ‘iktidarı destekleyen öğretmene ben öğretmen demem!’ meydan okuması ile Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’li olmayan herkesi ötekileştiren zihniyetini deşifre etti. Özgürlükçü sivil söylemine karşılık otoriter, devletçi, baskıcı, vesayetçi kimliği ile CHP’de mucessemleşen Türk Modernizmi içe kapanık, endişeli, güvensiz, farklı kimlikleri dışlayıcı bir zihniyete sahip olduğunu ortaya koydu. Ötekine yaşam hakkı vermeyen engizisyonun 21. yüzyıl uygulaması olduğunu ıspat etti.
Modernistlerin devlet iktidarını ele geçirdiğinde nelere tevessül edebileceğine dair 28 Şubat laboratuvar işlevi görmüştür. İstanbul, Antalya ve Adana Belediyelerindeki kitlesel emekçi kıyımları da dikkate alındığında tek bir şey söylemek mümkün;
Allah bunlara fırsat vermesin.