Gündem yine yoğun…
Alparslan’ın Diyojen’e tavrı, Çanakkale’de yaralı düşman askerini sırtında taşıyanlar, ya da birbirlerine kumanya atanlar, bir şehre girerken başınızı öne eğin emri, savaşta düşmanınızın ağaçlarına bile zarar vermeyin fermanı sadece birer efsane sanki…
Rahmet, Merhamet, Sevgi, Saygı, Hoşgörü gibi kavramlarımıza ne oldu. Hani biz bir Rahmet Peygamberinin ümmetiydik…
Hangi ara bu kadar merhametsiz olduk… Birine “Geçmiş olsun” demek insanı dinden çıkarmaz, diyen suçlu kabul edilemez, hatta bir merhametin sonucudur” diye düşünüyorum.
Bu “Geçmiş olsun” denilen Ahmet Hakan bile olsa…
…
Seçime gidiyorsunuz ve iki şansınız var; Birincisi iktidar partisinin başına bir şey gelmesi, ikincisi HDP’nin barajı geçmesi… Yani ikisi de sizin inisiyatifinizin dışında…
Türk muhalefetinden başka kim girer böyle bir riske…
Sonuç ne olursa olsun asla kaybetmeyecekler…
…
X yaşasaydı bizi desteklerdi, Y yaşasaydı bizim partiye oy verirdi, Z yaşasaydı şöyle yapardı… Sanıyorum dünyada sadece bizim siyasetimize has bir söylemdir bunlar…
“Dirilerinden ne fayda gördük ki ölüsünden medet umuyorsunuz” sözlerini duyar gibiyim…
Peki zararı ne? Faydasızlığı…
….
Baştan dördüncü olunca kahraman oluyorsun, sondan dördüncü olunca istenmeyen adam. On binlerce yıllık insanlık geçmişinin en kısa, en anlamlı, en güzel özeti bu işte…
….
Rusya’nın Suriye operasyonlarına Çin’de katılıp destek verecekmiş… Söylenecek çok şey var ama hiç biri Akif’in ki kadar güzel olmayacaktı;
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı!"
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
İşte budur gerçek keramet…