GLOBAL BAKIŞ AÇISI DEĞİŞMELİ
ABD, AB’nin Almanya ve İngiltere’si arasında koşullara göre açıkça veya örtülü bir şekilde devam eden yeryüzünün kaynaklarını paylaşma mücadelesinin faturasını, küresel durgunluğa doğru gidişi hızlandırması nedeniyle, dünya ülkelerinin tamamı çekmekle karşı karşıyadır. Bu vakitten sonra ABD, Almanya, İngiltere, Fransa ve çıkarları gereği bunlarla beraber hareket eden bir kaçı dışında kalan (diğer AB ülkeleri, israil, S. Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri vb.) ülkelere karşı hareket eden diğer ülkelerin ilk gündem maddesini, başta ekonomi olmak üzere her alanda evrensel normlarla güvence altına alınmış haklarını savunmak amacıyla ortaya koyduğu politikalar oluşturacaktır. Rusya, İran, Türkiye, Meksika, Brezilya, Venezüella, Küba, Malezya, Endonezya, Kuzey Kore ile ABD tarafından açıkça çıkarları tacize uğrayan ülkelerin ortaya koyduğu direnç politikaları, kısa ve orta vadede dünya ekonomi politiğinin istikrarını doğrudan etkileyen en önemli faktör durumundadır. Dengesiz iki grubun mücadelesinin sonuçlarına göre dünya, huzur ve refah düzeyi ortaya çıkacaktır. Bu mücadelenin gelişmiş birkaç batılı ülkenin mi, yoksa önemli emtia kaynaklarını ve jeopolitik avantajları elinde bulundurmanın yanı sıra gerçek anlamda bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerin mi zaferiyle sonuçlanacağı, dünyanın tamamının iktisadi durgunluk veya canlanma sürecine girip girmeyeceğinin de cevabı olacaktır.
Ülkelerle ilgili uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından açıklanan rapor, veri ve bilgilerin etkinliği, ancak amaçları farklı iki ülke grubu arasındaki bilek güreşinin dayattığı kadardır. Ülkelerin ekonomi, siyasi, sosyal, toplumsal ve kültürel konularıyla ortaya konulan verilerin gerçek anlamda ciddiye alınması, birkaç batılı ülkenin dünyanın geleceğine yönelik bakış açılarını, adalet ve hakça paylaşım şekline dönüştürmeleriyle doğru orantılıdır. Değilse hepsi, göz boyama, algı oluşturma, birkaç batılı ülkenin orantısız ve haksızca demokrasi adına dünya kaynaklarını ele geçirme emellerine hizmet etme ve binlerce masum insanın ölümüne yol açma işlevinden öteye geçmeyecek kağıt parçalarından başka bir şey değildir. Bu duruma getirilmiş bir dünyada ülkelerin değil ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel ve toplumsal açılardan istikrara kavuşmasının gerçekleşmesini ümit etmek olanaksızdır. Bu nedenle her ülke, fiziki ve beşeri sermaye niteliğini ne kadar güçlendirip, halkının desteğini arkasına alması oranında, batılı ülkelerin ekonomik, siyasi ve askeri tacizlerinden kurtulacak veya nispi olarak daha az düzeyde olumsuz etkilenecektir.
Türkiye olarak söz konusu realitelerin farkında olduğumuz varsayımı altında ekonomimizle ilgili yapılan açıklamalar ve veriler derinlemesine incelendiğinde, fazla iyimser gelişmelerin meydana geldiğini söylemek güçtür. Örneğin cari denge açığının geçen yıla göre 47.1 milyar dolardan 27.6 dolara düşmesi, şüphesiz olumlu bir gelişmedir. Ancak TL’nin değerinin düşmesine bağlı olarak ürünlerimizin ucuzlaması sonucu ihracatın nispeten kolaylaştığı, ABD ve AB gibi en önemli ticari partnerlerimizin ciddi düzeyde henüz durgunluğa girmemesi nedeniyle ithalatını azaltmadığı, ithalata bağımlı ihracat paradoksundan bir türlü kendini kurtaramadığımız için büyüme hızının düştüğü de dikkate alındığında, cari dengenin negatif vermesi beklenen normal bir gelişme olması yanında, daha da düşmesi gerekirdi. Açıklanan 27,6 milyar dolarlık cari açığın, 21.2 milyar dolarlık kısmının ölçüm hataları, tablodaki verilerin eksik veya fazla derlenmesinin sonuçlarını yansıttığı için düşük bir tutar olması beklenen Net hata ve noksan kaleminde gösterilmesi, gelecek adına olumlu sinyaller vermemekte, açıklanan verilere kuşkuyla bakılmasına yol açmaktadır. Bir ülkenin cari dengesinin açık vermesinin ilk akla getirdiği, gelirleriyle giderlerini karşılayamadığıdır. 2019 yılıyla birlikte Çin ve Almanya başta olmak üzere küresel durgunluğun yaygınlaşmaya başlayacağı, petrol fiyatlarının ortalama 90 dolar düzeyleri gibi aşırı yükselmesi veya 40 dolarlar düzeyine düşmesi beklenmese de, 60 dolar düzeyinde seyredeceği, TÜİK verilerine göre işsizlik oranının 2018 Kasım ayı itibariyle yıllık %12.3, sanayi üretimimizin 2018 Aralık ayı itibariyle yıllık bazda %9.8 düşmesi ve artı yaklaşan seçimler nedeniyle olası popülist politikaların devreye sokulacağı da göz önüne alındığında, ekonomi ve siyasi geleceğimiz açısından ülkemizi zor günler beklemektedir.
Soru: ÜFE düşükken TÜFE yüksek olabilir mi? Neden?
Sözün Gözü: İftira atan rezil olmaya mahkumdur, hem bu dünyada hem öbür dünyada.