İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Gerçek şu ki; insanın üşümesi ve yalnızlığı kalbinden başlıyor

Gerçek şu ki; insanın üşümesi ve yalnızlığı kalbinden başlıyor

Günümüz insanının dini, içtimai, sosyal, ekonomik, sağlık ve bilumum konularda “bilmek” konusunda bir eksiğinin olmadığına inanıyorum. Kinaye yapmıyorum, gerçek düşüncem bu. “Bilmek” konusunda bir sıkıntısı yok günümüz insanının.

Şöyle bir kurgum var. Kocaman, onlarca elbisenin içine asılabileceği bir gardırop ve onlarca –hatta yüzlerce elbisemiz var. Gardırop zihnimiz –tecrübe ve edinimlerimiz, elbiseler ise tek tek bildiklerimiz.

Yüzlercesini sayabilirim, sayabilirsiniz ancak ben ilk aklımıza gelen bir kaçını yazmakla iktifa edeyim.

Az uyumanın iyi olduğunu biliyor, bunu söylüyor ancak üzerimize giyinmiyoruz. Az yemenin iyi olduğunu biliyor, bunu söylüyor ancak hangi yemeği yiyeceğiz diye tartışıyor, kafa patlatıyoruz. Az konuşmanın erdeminden bahsediyor, uyanık kaldığımız süre boyunca konuşuyoruz!

Bildiklerimiz elbise, bildiklerimiz gardıropta durup duruyor ve bizler çıplağız desem, biliyorum ki kimse üzerine alınmayacak. Olsun. Ben yazayım da burada dursun. Olur ki başkalarına değilse de bana katkısı olur yazdıklarımın.

Gıybet, şikâyet etmek, nankör olmak, incelik, tevazu, nezaket, vefa, ahlak… Bunların hepsi bizim elbisemiz, bizim elbisemiz lakin üzerimize giymedikten sonra ne anlamı var.

Evet, dostlar, bilmek değil sıkıntımız, bilmek konusunda sıkıntımız yok, derdimiz “çıplak” geziyor olmamız.

* * *

Gözyaşlarımı hâlâ annemin eteğinde kuruluyorum.

* * *

Gerçek şu ki; insanın üşümesi ve yalnızlığı kalbinden başlıyor.

* * *

Belki deprem olur, belki çiçeklerim açar, belki daha az şeye bel bağlarım, belki şu faniliğe bir kez daha iman ederim, belki anneme kavuşurum, belki yollara ve sessizliğin içine düşerim, belki kendi türkümü söylerim, belki dağlara yürürüm, belki bir keten kuşu görürüm, belki günahlarıma ağlarım, belki bulduğumu kaybetmeye de hazır olurum, belki kaybetmenin gönlümdeki gölgesine bakarım, belki daha az yapmacık ve eğreti olurum, belki güneşin doğuşunu seyrederim, belki çay demlerim, belki daha az uyurum, belki camiye giderim, belki kendime küserim, belki bir mum yakarım, belki anlamayı değil yaşamayı seçerim, belki şiir yazarım, belki sana sarılamadığım için kelimelere sarılırım, belki sabah olacağından emin olmamayı öğrenirim, belki özgürlüğün yalnızlık demek olduğuna kafamı yorarım, belki, "geçmiyor günler" şarkısını söyler sonra da geçmesini istediğim günler nelerdir diye düşünürüm, belki bu korunaklı evimde ne kadar da havalı olduğumdan utanırım... 

* * *

Kalabalığız; erkekler ve kadınlar: basmakalıp, tekdüze, birörnek... Bizi birbirimize yaklaştıracak çekim gücünden, sıcaklıktan, sevgiden yoksun bir uygarlığın yaşayan ölüleri olduk, şık giysili, rengârenk, cansız.

* * *

Sessizliğin ses olduğunu keşfettiğim de, sevdanın da sessiz, sözsüz ancak kuşlar gibi kanat sesleri olduğunu anlamıştım.

* * *

Özünde gerçek bulunmayan her şey yalnızca bir gölgeden ibarettir ve gölgenin de hiçbir değeri yoktur. 

* * *

Yeşil gözlü bir kısrağım olsa… Şöyle uzaktan, kısa, bir süre görmek için gece boyu dağlarda at sürsem... Yanıma da yalnızca hasret kokan bir türkü alsam.

* * *

Sorunsuz kalmaktan da korkar insan. Bunun farkında değildir ya "sorunsuz" olmak da uçurumdur. Sorunlarımıza bunca sarılıp,  kaşıyıp durmamızın sebebi de budur.

* * *

İnsanlar kendi canları sıkılmadıkça dünyayı kurtarma derdine düşmüyorlar. İnsanların canını sıkmak ve bunu merhametle yapmak lazım.  

* * *

Yağmurlu, serin, "sensiz" bir Ankara akşamı. Herkesin bir korkusu var. Maça, televizyona, internete, avmye, sinemaya, kahvelere, kaldırımlara, dedikoduya, lokantalara kaçıyor, saklanıyor insanlar. Ben kitaplara saklanıyor ve kendime soruyorum: Senin korkun nedir?

Ankara ışıklar içinde fakat yine de karanlık!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi