Evlat ve kadın…
Bilindiği gibi toplumun temeli aile, ailenin özü de çocuktur. En kıymetli varlığımız olan, kanımızdan, canımızdan yaratılan, ümidimiz ve istikbalimiz bulunan çocuklarımızı en güzel şekilde terbiye etmek hem dinî hem de millî bir görevimizdir.
Terbiye, ilk planda çocuğun şahsiyetini geliştirme, olgunlaştırma faaliyeti olarak görülse de; geniş planda yarınki cemiyeti kurma gayretidir.
Dolayısıyla çocuğun, ailesine, cemiyetine faydalı bir şekilde yetişmesi, ihtiyaç duyduğu bütün insanî ve ahlâkî faziletleri, sosyal kural ve toplumun davranışları, dinî inanç ve değerleri öğrenmesi ve yaşaması, ruhî ve bedenî bakımdan sağlıklı, bilgili ve hünerli olabilmesi için ana babanın bütün imkânları kullanarak gayret sarf etmeleri gerekir.
İslâm fıtratı üzere temiz bir yaratılışla, günahsız dünyaya gelen çocuğun eğitim ve terbiye-sinde Peygamber Efendimizin prensiplerine, konuyla alakalı tavsiyelerine bakmak işimizi kolaylaştıracaktır.
Milletine ve memleketine faydalı evlatlar yetiştirmek için üzerimize düşen görevlerimizi yerine getirmek, bize mutluluk, memleketimize güven vereceği gibi: öldükten sonrada ardımızda hayırlı bir evlat bırakmanın sevincini ahiret hayatında bize yaşatacağını unutmayalım.
Allah katında saygın bir yere sahip olan insan da; kadın ve erkek olarak yaratılmıştır. Her varlığın yaratılışında olduğu gibi, erkek ve kadının yaratılışında da, sayısız hikmetler mevcuttur. Kadınların geçmişte ve günümüzde gerek ailede, gerekse toplumsal yapıda, her zaman hak ettikleri saygı ve değeri gördükleri söylenemez. Öyle ki; insanlık tarihinde kadının insan olup olmadığı tartışılacak kadar insaftan uzaklaşılmış, hatta o, namusa leke süren bir varlık olarak düşünülmüş ve hayat hakkı hiçe sayılarak, kumlara gömülecek derecede vahşi muamelelere maruz kalmıştır. Üzülerek belirtelim ki, günümüzde de boyut ve biçimi farklı olsa da, benzeri uygulamalara şahit olmaktayız. Bu muamelelere maruz kalan kadın, Allah’ın bize bir emaneti olan eşimiz, Rabbimizin bize göz aydınlığı olarak verdiği kızımız, yaratılışımızda, hatta hayatımız boyunca ilk sığınağımız, anamızdır.
Kadın, anamızdır. Analarımız bizlerin dünyaya gelmesine vesile olan fedakarlık sembolü kimselerdir. Analar, çocuklarını hamilelik dönemlerinde büyük zorluklarla taşımakta, çeşitli eziyet ve sıkıntılarla dünyaya getirmektedir. Doğum sonrasında ise, uykularını bölerek çocuklarını merhamet ve şefkatle emzirmekte, onları sevgiyle büyütmektedir. Yaşımız her ne olursa olsun hepimiz annelerimizin sevgi, şefkat ve merhametine muhtaç oluşumuzu derinden hissederiz. Şairin de dediği gibi;
“Ana başta taç imiş,
Her derde ilaç imiş,
Bir evlat pir olsa da,
Ana’ya muhtaç imiş.”
Bir eş olarak kadın, kocasının hayat arkadaşıdır. Hayatın zorluklarını, birlikte paylaşarak hafifletirler. Kadın, erkeğin sadık bir dert ortağıdır. Huzur ve mutluluğumuzu birlikte paylaştıkça, hayatımız daha bir anlam kazanır. Zaten aile yuvasının kuruluşunun temel amacı da bu değil midir?
Eşlerimizle bizler arasında var olan sevgi, ilahi kökenlidir. Unutmayalım ki, biz onlara, onlar da bize Allah’ın birer emanetidir. Kur’an-ı Kerim’de, mümin erkek ve kadınların, birbirlerinin dostu oldukları ve birbirlerine iyiliği tavsiye edip, kötülükten sakındırdıkları bildirilmiştir. Acısıyla, tatlısıyla bir ömür boyu beraber hayat sürecek eşlerin; dostluğa, karşılıklı sevgi ve saygıya, herkesten daha çok ihtiyaçları olduğu açıktır.
Kadın; canımız kadar sevdiğimiz evladımızdır. Kız evladına ikinci sınıf muamelesi yapmak , İslam’ın uygun görmediği bir davranıştır. Unutmayalım ki, kız olsun, erkek olsun, onlar bize Yüce Mevlamızın sevinç ve mutluluğumuza vesile olan birer lutfudur. Onlardan birinin hakkı, diğerinden daha az değerli ve kutsal değildir. Kız çocuklarının mirastan, eğitim ve öğretim imkanından mahrum edilmeleri, dinimizin esasları ile bağdaşmaz.