Evlat! Baba ocağına hoş geldin!
Bu satırlardaki ilk yazımızın kıymetli ifadelerinden biri şu idi:
“Derler ki, insanda derin bir yaradır köksüzlük.
Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.”
Sadece bu topraklarda bile bin yıllık bir geçmişi büyük bir medeniyet kurarak geride bırakmış Türk Milletinin istikbâli köklerindedir.
Bunu bilen Yahya Kemal Beyatlı, en derin yaranın köksüzlük olduğunu ve insanın istikbâlinin kökünde gizli olduğunu ifade etmeye çalışmıştır.
Baba ocağından bir süreliğine ayrılmış bir evlâdın yeniden baba ocağına dönüşünü yaşıyor Türkiye ve Türk Milleti.
Kendini yalancı bir hürriyetin kollarına bırakarak bir süreliğine yuvadan ayrılan evlâdın yakası, büyük bir mahkûmiyetten kurtulmanın arefesindedir.
Evlat, gücünü kökünden aldığını, geçmişin ihtişamının baba ocağından kaynaklandığını kavramış durumdadır.
Mahzun evlâdın forsundaki yıldızlar yeni yeni anlam kazanmaya başlamıştır ve her bir yıldız ete kemiğe bürünmüştür.
Bu satırlardan maksadımız, Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve 16 Türk devletinin bahadırlarıdır.
Bu, çok büyük bir sahipleniştir ve yıllardır süren baba ocağına hasretin sona ermesidir. Arkasında 16 Türk devletinin yiğitleriyle evlat diyor ki:
“Benim ocağım burasıdır. Bir süreliğine ayrı kaldık bu ocaktan ama nasibimizde olana kimse engel olamaz. Şükür ki yeniden baba ocağındayız ve bu 16 yiğidin taşıdığı meşale şimdi benim elimde ve bu şeref bana ait. Ben köksüz değilim ki öksüz kalayım. Üstad’ın ifadesiyle ‘tomurcuk derdinde olmayan odunların külleri koca çınarın kökünün toprakla birleştiği yeri kapatmıştı. Şimdi o küller temizlendi ve gövdenin toprakla birleştiği yer ortaya çıktı. Bu çınar yeniden canlanacak ve gücünü topladıkça gölgesini büyütecek. Bu gölgeden mahrum kalan mazlumlar, yeniden bu gölgeye sığınacak. İşte, ben yeniden baba ocağındayım ve bu çınarın bekçisiyim.”
Yaşadığımız günler, evladın bu sessiz ama vakarlı haykırışına şahitlik eden günlerdir.
Göstere göstere hayatı yaşayan ama gösteriş yapmayı beceremeyen bu milletin asil evlatları, görkemli mazisini mizah konusu yapmamıştır.
Yüz yıllık geçmişi olmayan toplulukların bin yıllık destan türettikleri günümüzde, kaderi tarihle beraber başlayan Türk Milletinin dünden habersiz yaşaması düşünülemezdi.
Bu idrak, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bir güzelliğe kapı araladı ve baba ocağından yıllardır uzak kalan evlat, bu kapıdan giriş yaptı.
Yuvaya hoş geldin delikanlı!
Bahadırlarınla çok yaşa!
Sen yokken bu yuvanın tadı yavandı, sen geldin ve lezzetler havalandı. Sen mâzinin mevzusu değil, bu Milletin en asli mevcudusun.
Baba ocağına dönen evlatla alay eden nasipsizler elbet çıkacaktır. Köküne sarılan kayadan yelin götüreceği yalnızca tozdur.
Mâzisini mizah konusu yapan nasipsizler bu tozu yalamaya devam etsinler. Ciğerlerini saran salyalar, toz ile hemhal olunca ömürleri bitecek.
Alaycı, iliştirilmiş köksüzler sana zarar veremez. Metin ol ve mekânına sahip çık. Baba ocağının ateşini söndürme.
Sen görkemini geçmişinden alan, baba ocağında kök salan, göklere yükseldikçe gölgesine mazlumları alan kıymetli bir evlatsın.
Baba ocağına dönüşün, kıymetli bir vuslattır. Bu yolu sen açtın ve diğer kardeşlerin de bu yoldan yürümek zorunda. Tek taş duvar olmaz.
Sen geçmişine yaslandıkça yas tutmayacaksın. Düne kıymet verip ışık tuttukça gününü karartmayacaksın.
Görkemli geçmişine hoş geldin!
İkiyüzlü dünyaya iki çift laf:
Kavanoz dipli dünya, yine yaptın yapacağını.
Oniki sünnetsizin diktin göbeğine sancağını.
Yalan dünya derler ya; doğrusu yılan dünya.
Milyonlarca Müslüman bekliyor alacağını.
İkiyüzlülük hiç bu kadar iğrendirmemişti insanlığı. İnsanlık haykırıyor ‘ben bitiyorum’ diye. İkiyüzlü dünya cevap veriyorum, ‘bitimi vermem” diye.
Allah büyük, hem de çok büyük.