Mehmet Toker
Mehmet Toker Evde Kalmak Çok mu Zor?

Evde Kalmak Çok mu Zor?

Başlığımızın belirli bir yaşı geçtiği halde evlenemiş kızlarla bir alâkası yoktur. Corona Virüs kapsamında bir yazı olacaktır. Elbette virüsün pandemi yönünü veya tıbbî tarafını yazacak değiliz. Bizi ilgilendiren yetkililerin almış olduğu tedbirler kapsamında toplumumuzun vermiş olduğu refleks ve bu refleks davranışlarda  ortaya çıkan bir takım ahlakî tavrın gündeme getirilmesi hususu olacaktır. Mehmet Ali Aynî, Ahlâkı; refleks anında ortaya çıkan tepkiler, tavırlar bütünü olarak tarif ediyor.

                       

Umre'den gelen vatandaşlarımız ve Avrupa'dan dönen vatandaşlarımızın bir kısmı KYK yurtlarında  karantina altına alındı. Tedbirler kapsamında; okullarda eğitime bir süreliğine ara verildi. Camilerde cemaat ile namaza, cuma namazlarına ara verildi. İnsanların topluca bulunmuş olduğu işletmeler ikinci bir emre kadar kapatıldı. Bu tedbirleri takip eden bir haftalık süre içerisinde vatandaşlarımızın bir kısmında bir takım tavır ve davranışlar ister istemez birçok insan da ciddi anlamda bir sorgulamayı da  beraberinde getirdi.

 

Kutsal topraklarda umre görevini henüz yerine getirmiş dönmüş olan, yurtta karantinaya alınan umrecilerden, yurttan kaçmaya çalışanlar,  polisin yüzüne tükürenler, odalarını videoya çekip nahoş ifadelerle sosyal medyada paylaşanlar, "evlerinizde oturun!" denilmesine rağmen parklarda, sokaklarda gezenler, sosyal mesafeyi koruyun denilmesine rağmen, yoğun kalabalıklar oluşturup asker uğurlayanlar, yurtdışından, Avrupa ülkelerinden geldiği halde evinde 14 gün  kapalı kalmayıp sosyal etkinlikten etkinliğe koşanlar, daha önceleri. "diyanet'in imamlarının arkasında cuma namazı kılınmaz" diye, cumaya gelmediği halde, geçtiğimiz cuma günü şehirlerin merkez camilerin de  güya cuma namazı kılmak için polisle, din görevlileriyle tartışanlar, caminin içerisinde cemaat ile namaz kılmaya müsaade edilmediği halde, camilerin bahçesinde ısrarla cemaat oluşturup cemaatle namaz kılmanın farz olduğunu iddia edenler ve bütün bunların arasında telaş ve tedirginlikle marketleri neredeyse yağmalarcasına rafları boşaltıp stok yapanlar gösterdi ki; biz toplum olarak inanç noktasında Corona'dan daha tehlikeli virüs kapmışız.

 

İşin tuhaf tarafı, bizler bu savrulmaların ve kırılmalarında farkında değiliz. Salgının yayılmaması için devlet yetkililerinin tedbir olarak, "evlerinizde oturun" çağrısına uymayıp, "bana bir şey olmaz!" mantığı içerisinde caddelerde parklarda  gezip, 3 kişilik banklarda sıkışarak 4 kişi oturan ihtiyar delikanlılar, Hz. Peygamberi sevdikleri ve örnek aldıkları iddiasında olduğu için  cemaatle namaz kılma inadını sürdürenler, belirli bir yaşın üzerindeki cami cemaati dediğimiz mütedeyyin gördüğümüz kimseler. Onların bu tavırları sanki dini Peygamber Efendimizden daha iyi bildikleri, Peygamber Efendimiz'den daha dindar, muttaki oldukları gibi tuhaf  bir görüntü yansıtıyor. Hz. Peygamber (SAV), katıldığı bütün savaşlarda üzerine zırhını giyerek meydana çıkmıştı. Hatta Uhud Savaşı'na giderken üzerinde 2 kat zırh olduğunu kaynaklar ifade eder. Şimdi sormak lazım. Hz. Peygamberin imanı sizden daha mı zayıftı da, Allah'a olan tevekkülü sizden daha mı azdı ki: "bana bir şey olmaz!" demeyip, savaş şartları gereği, üzerine zırh giyerek, kılıcını kalkanını kuşanarak meydana çıktı. "Ben abdestimi alıp, namazımı kılıyorum. Allah beni korur!"  inadıyla evinde oturmayanlara şunu sormak lazım ki;  Hz. Peygamber abdestini alıp, namazını kılmıyor muydu veya Allah'ın kendisine koruyacağına inanmıyor muydu da, Mekke'den Medine'ye hicret ederken, takip edilme, düşman tarafından yakalanıp, yolundan çevrilme ihtimaline karşı, Medine yolunun zıt istikametindeki Sevr Dağında bir mağaraya gizlenip 3 gün 3 gece beklediler. Namazın cemaatle kılınmasını tavsiye eden ve fert olarak kılınan namazdan 27 derece daha faziletli olduğunu  bildiren Hz. Peygamber Efendimizdir. Bu, "cemaatle namazdan bizi hiç bir güç alı koyamaz" diyenler;  aynı Peygamberin: "Bir yerde veba olduğunu işitirseniz oraya girmeyin, eğer bulunduğunuz yerde veba ortaya çıkarsa oradan ayrılmayın!" emrini nasıl değerlendirecekler? Peygamber Efendimizin ashabı, acaba abdest alıp namaz kılmıyormuydu da Allah Rasulü'nün karantina emrini yerine getirdiler?  Hz. Ömer Efendimiz; "Ben abdest alıp namaz kılıyorum, veba bana bir şey yapmaz." deyip Şam'a yolculuğuna devam mı etti? Umre'den gelenlerin içerisinde, karantina şartlarına isyan edip kaçma, hatta görevini yapan polislerle münakaşa edip, polise tükürme cüretinde bulunan "dinidarmüslümanlar!!!"; Bakara Suresi, 196. ayeti kerime'deki, "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın!" emrini yerine getirmesinin üzerinden daha saatler, günler geçmişken Nisa Suresi 59. ayeti kerime'deki, "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ulu'l emre itaat edin!"  emrine isyan mı ediyorlar?

 

Bu kritik dönemde Müslümanların vurdumduymazlığı veya tavırlarındaki çelişkili durumun tekbir izahı olabilir.  O da "din" kavramının zihinlerde, sınırlarının veya kapsamının bölünmüş daraltılmış olmasıdır. Din, dediğimiz zaman dünyaya karışmayan, namaz, oruç, hacc, zekat, kurban, kandil gecelerinden ibaret, seromonik ritüeller aklımıza geliyorsa; "Siz kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" uyarısının kapsamına girmişiz demektir. Anadolu insanının, "bana bir şey olmaz." kaderciliği içerisindeki bu vurdumduymaz tavrı, Anadolu İrfanı'nın bir yansıması değil; olsa olsa dini, seramonikritüellere hapseden, dini ve dünyayı, dünya ve ahireti ayıran laik bir kafanın inancının eseridir. Bu yanlış tavırlar, Müslümanların eksikliklerini, hatalarını, yanlışlarını mal bulmuş mağribi fırsatçılığında ve fesatlığında, İslam'a fatura eden, içimizdeki kripto din düşmanlarına ve onların yardakçılarına koz vermektir.  Hz Peygamberin: "Bir mümin, bir delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz!"  hadisini görmezden gelen Müslümanlar, ne yazık ki; her fırsatta bu topraklardan Müslümanları kovmaya, uzaklaştırmaya çalışan, bu toprakları arz-ı mev'ud olarak gören, İslam'ı karalamaya, tahkir etmeye çalışan anlayışa prim vermekte maalesef aynı delikten defaatle sokulmaktadırlar.

 

Bu yaşamış olduğumuz pandemi dönemi, şu gerçeği ortaya koymuştur ki; insanımızın, kader, tevekkül, takdir, tedbir, Ulü-l Emr'e itaat konularında alması gereken çok yol var. Ve bu konularda ciddi anlamda eğitilmesi gerekiyor. Zira Müslümanların yanlışlarını İslam'ın eksiği veya yanlışı olarak göstermeye çalışanların, virüsün ortaya çıkarıldığı Çine, virüsün toplumsal manada salgına dönüştüğü İran'a ve artık salgının merkez üstü kabul edilen İtalya, Fransa, İspanya, Almanya, Avrupa ülkelerine ve ABD'ye  veya oradan gelenlere tek bir söz bile söylemeyip;  umrecileri hedef tahtasına koymaları bile; eğer hâlâ basiretimizi, idrakimizi açmamışsa bu çok ciddi bir inanç ve zihniyet sorunu demektir. Bu içimizdeki kripto farklı din mensubu İslam düşmanlarının,  diyanete ve imamlara saldırarak; "yüz imam bir doktor etmiyor" şeklindeki hezeyanlarına karşıda şunu demek gerekiyor ki; hayranı olduğunuz, taptığınız, Avrupa devletleri yüzlerce İHL açtığı, binlerce imam-hatip istihdam ettiği için mi virüse karşı bîçâre durumda? Onlar da İHL açmak, İmam-hatip istihdam etmek yerine tıp fakültesi açıp doktor yetiştirselerdi ya... 

 

Biz Müslümanlar, bütün bu yaşananlardan sonra, "zararın neresinden dönersek kârdır" anlayışı içerisinde, bilinçlenmemiz,  şuurlanmamız gerekiyor.  Hâlâ, Kur'an-ı Kerim'i bir dua kitabı veya ilmihal kitabı gibi görerek yada sadece metnini okumakla yetinip, indirdiğimiz hatim sayısıyla övünecek ve Rabb'imizin bize sunmuş olduğu hayat tarzını, reddedecek  olursak; yaptığımız umre seyahatten, kıldığımız namazlar şekilden öte geçememiş demektir. Kur'an-ı Kerim'i anlayıp, günümüze, hayatımıza aktarma noktasında hiçbir gayretimiz olmayacaksa, emin olun bu derenin taşıyla bu derenin kuşunu vurma hevesinde olan avcıların iştahını kabartmaktan başka bir şey yapmış olmayız.

 

Evlerde kalalım. En azından, her evde en az bir tane Kur'an-ı Kerim meali vardır. Açıp okuyalım ve evlerimiz, Nur Suresi 36. ayeti kerime de taltif edilen; "Birtakım evler vardır ki; Allah o evlerin yükselmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada Sabah akşam onu tesbih ederler." kapsamındaki evlerden olsun. Yoksa eve kapanmayı bir can sıkıntısı, bir ev hapsi gibi görür de evlerimizi,  bu dönemde bir inzivâhâne haline getiremezsek, Corona virüsü bedenimizden önce zihinlerimize girmiş demektir. Corona Virüs tehlikesini bertaraf etsek bile başka afet ve durumlarla sınanmaya devam edeceğiz demektir. Çünkü, ders öğrenilene kadar tekrar devam eder.  Allah'ın kitabını, Peygamber Efendimizin hayatını anlamadan, yaşadığımızı sandığımız İslam; bizim bu hayatımızı aydınlatmadığı gibi ahiretimizde de kurtulmamıza yetmeyebilir. İman olmadan, birtakım ritüelleri yerine getirmek, taklitten, şekilden ibarettir. Allah Rasulü bu davaya Mekke'deki evlerden başlamıştır. Belki de İslam'ın yeryüzüne tekrar hakim olmasının, İlây-ı Kelimetullah'ın yeniden yüceltilmesinin evlerimizden başlayabilmesi adına, evlerimizde inzivada olmak bir milat olabilir. Evimizde kalmamız kendi iç dünyamıza yönelip, kendi hayatımızı sorgulamamız, iç muhasebemizi yapmamız açısından bir fırsattır. Gelin bu zorunluluğu bu fırsata çevirerek evlerimizi, ailemizi, kalbimizi,  bugüne kadar hiç bakmadığımız Allahın son ve sonsuz mesajı, Allah Rasulü'nünrehberliğinde  yeniden düzenleyelim. Yoksa ölümlü dünya, ölümlü insan... Eyvallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi