Emniyette kıyım mı dediniz?
Türkiye’miz zor dönemlerden geçmektedir. Zor dönemlere zorluk katan ve insanın da zoruna giden husus, milletin seçtiği insanların elinden, millete rağmen iktidarlarının alınmaya çalışılmasıdır.
Peki, bu nasıl yapılmaktadır?
Sandıkla yapılmadığı ortadadır. İktidarın dost sandıkları tarafından yapıldığını milletimiz, biiznillah öğrenmiş durumdadır.
Şair boşuna söylememiş:
Sandıklarım, hani benim sandıklarım?
Yılandan beter çıktı, dost sandıklarım.
Milletin seçtiği insanlara sergilenen düşmanca tutumun sahiplerinin sahiplendikleri kavramlara nasıl baktığımızı daha önce değerlendirmiştik. Tekrar etmeyelim.
Bu düşmanca tutumun sahiplerinin şu an dillerine doladıkları söz, emniyet teşkilatında bir kıyım yapıldığıdır.
Hemen cevabını verelim.
Emniyet teşkilatı içinde yapılan iş bir kıyım değil, asil bir kıyamdır.
İktidar olmanın gereği sergilenmesi gereken ve sergilenen kıyamdır.
Milletin, liderine verdiği kıymetin devam edebilmesi için gerekli olan kıyamdır.
Kıyâmet, kıyamsız olanları kıymak için beklemektedir ve milletten aldığı emanete saygının gereği olarak iktidara yakışan da kıyamdır; bu dik duruşun sergilenmesidir.
Milletten aldığı emaneti kıyam duruşu ile koruyan dava sahiplerini, bu zamana kadar hiç kimse ve hiçbir zümre kıyıma uğratamadı.
İnâyet Allah’tandır.
Tekrar ifade edelim ki, emniyet teşkilatı içinde yapılanlar bir kıyım değil, bir kıyamdır. Asâletin, yetkinin, emânete sahipliğin, devlet ciddiyetinin ve yılandan beter çıkan dost görünümlü bedbahtların gerçek yüzünü ortaya koymanın kıyamıdır.
Yetki sahibine yakışan en kıymetli kıyamlardan biridir bu duruş. Sadece emniyet teşkilatı ile kalmamalı ve “bizim iznimiz olmadan yaprak kımıldayamaz” anlayışına sahip olan bu yapının bürokraside ve il teşkilatlarındaki uzantılarına da gösterilmeli bu kıyam.
Temennimiz ve beklentimiz budur. İl teşkilatlarında bulunan eski yöneticileri tasfiye ederek ve yanlarına aldıkları birkaç emir eri ile çalışanlara zulüm eden ve adeta çalışanları, milletin seçtiği insanlardan soğutmayı amaç edinmiş çok sayıda yöneticinin(!) olduğu, hepimizin mâlumudur.
Şairin dost sandığı kişilerin dillerine doladığı bir diğer kavram yolsuzluktur. Türkiye, bu yolsuzluk yüzünden bu hale gelmiş, akıllarınca.
Türkiye’miz gerçek bir yolsuzluk sendromuna şahit olmaktadır ve yaşananların şahidi de, yaşayanlardır.
Hangi yoldan yürüyeceğini şaşıran şaşkınların yaşadığı bir yolsuzluk…
Parası olmayana parasız denir ya; yürüyecek yolu kalmayana da yolsuz denir ve Türkiye’mizin şahit olduğu da, bu yolsuzların yaşadığı yolsuzluktur.
Yürüyecek yollarının kalmaması halidir.
Milletin çizdiği yol, iktidarın yoludur. Yolsuzların bu yoldan gitme niyetlerinin olmadığı ortadadır. Bunların yürümek istediği yol, güzel ülkemizde birkaç defa trafiğe açıldı ve maalesef Türkiye’miz çok şey kaybetti.
60’lardaki yakasız gömleklileri unutmak mümkün mü? 70’ler kayıp yıllar ve söyleyip de kanatmayalım yaraları. 80’lerde beş bin gülfidan, açılan bu yolda telef oldu, geride gözü yaşlı analar bırakarak.
Bugünlerde yeniden trafiğe açılmak istenen bu yol, geçmişteki yollardan farklı olarak yeraltından yapılmış bir otobandır. Bu yolu yapanlar, vakti gelince arabalarına son sürat gaz vererek gâyelerine ulaşacaklarını düşünenlerdir.
“Yol medeniyettir” deyip, bütün samimiyetleri ile bu yolun yapımına birçok insan katkı sağlamıştır. Ama şimdi anlaşılmıştır ki, bu yol medeni düşünen inanların medeniyet yolu değil, mâdeni düşünen gafillerin meziyet sergileme yoludur.
Milletin güvendiği ve yetki verdiği insanlar, Türkiye’mizi çıkmaza sokacak bu yolu fark etmişlerdir ve hemen trafiğe kapatmışlardır. Sonuçta yolsuz kalan, bu zihniyet olmuştur.
Seslerinin gür çıkmasının sebebi de, bu yolsuzluk halleridir. Bu gürültünün sebebinin de yolsuzluk olduğunu, zaten kendileri söylemektedir.
Şu konuşmalar, insanımızın, dershanelerin büyüsünün bozulmasından sonra sergileyeceği tavır neticesinde, bir grup dershaneci(!) tarafından yapılma ihtimali olan konuşmalar gibi durmaktadır:
-Midem kıyılıyor âbi!
-Ben de yolsuzum..
-Bir yolu yok mu bu işin?
-Yolunu bulursan beni de gör olmaz mı?