Ömer Tokgöz

Ömer Tokgöz

Emeklilik, İkinci Bahar ve 3.Yaş teorisi

Emeklilik, İkinci Bahar ve 3.Yaş teorisi

Emeklilik faslına geçmeden acizane eğitim hayatından iş hayatına atıldık ama nereden nereye geldik babında değerli okuyucularıma bir parantez açayım. Proleter çocuğu idik yani alın teri ile geçinen bir işçi çocuğu olarak aralıksız ilk, orta ve lise eğitimimi Konya’da başarıyla tamamladım. 1982 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazandım. Siyasal Bilgiler fakültesini 1982-86 yılları arasında tamamladım. Akabinde Sivas’ta 8 ay kısa dönem askerlik yaptım.

1989 yılında Ankara’da İş ve İşçi Bulma Kurumu Ankara Şube Müdürlüğünde genel idari hizmetler sınıfında ehl-i kalem sınavını kazanarak memuriyete intisap ettim. Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü bünyesinde Ankara İl Müdürlüğü, APK Daire Başkanlığı Organizasyon ve Metot Şube Müdürlüğü, Konya ve Hatay İl Müdürlüklerinde Memur, Şef, Eğitim Uzmanı, Şube Müdürü, İl Müdür Yardımcısı ve Konya’da vekaleten İl Müdürlüğü görevlerinde çalıştım.

Kamuda aralıksız 34 yıl yönetici ve üst düzey bürokrat olarak Türk iş İdaresinin yeniden yapılandırılması ve kurumsal yeniden yapılanma projesinde, kurumda toplam kaliteye geçiş eğitimleri yapma, meslek seçiminin önemi seminerleri ve kariyer danışmanlığı, ÖSS tercih danışma merkezi çalışmaları, toplum yararına çalışma programı tasarım ve uygulama, öğrencilere iş kulübü hizmetlerinin geliştirilmesi, depremzedelere yönelik istihdam hizmetlerinin geliştirilmesi, Bölge Çalışma Müdürlüğünün İŞKUR’a entegre edilmesi, kuruluş aşamasında memur sendikacılığı, emek platformu uzmanlığı gibi hem kurmay hem icracı olarak her dönemde durumdan görev çıkararak aksiyoner olarak çalıştım. Allaha hamd olsun 2023 yılı Temmuz ayında emeklilik şafağını tamamladım. Fiilen çalışma hayatına ve memuriyete son noktayı koydum.

Emekliliğe geçiş sürecinde bu kavram üzerinde ar-ge yaptım. “Emeklilik Şafağı” kavramını da acizane asker şafağına nazire olarak geliştirdim. Emekli olma tarihini beklerken birikmiş yıllık izinlerimi kullandım ve bir emekli namzedi olarak şafak saydım. Bu konuda digital bir uygulamadan da destek alarak her yeni günde emekliliğe kaç gün, kaç dakika kaldığını da takip ettim.

whatsapp-gorsel-2024-06-19-saat-15-17-57-88e2dfa0.jpg

Emekli demek yani ücretli çalışan bir kişi ve emekçi olmamak anlamına geliyor. Aynı zamanda fiilen çalışma zorunda olmayan kişi demek. Osmanlı devleti ve Cumhuriyet dönemi deyimiyle yaşlılık maaşı bağlanan kişiye tekaüt denilir, halk diliyle ise galat bir söyleyişle takavit denilirdi. Teknik anlamda ise mütekait/tekaüt kavramı Arapça veya eski Türkçe olarak Fatih Sultan Mehmed devrinden beri kullanılan ve fiilen ücretli olarak çalışmayan, faal olmayan, hareket etmeyen ve oturan kişi demektir.

İnsanın sigortalı ve ücretli çalışması ise yeni bir olgudur. 18.yüzyılda batıda gelişen buhar ve kömür enerjisi sektöründeki sanayileşme ve endüstriyalizm sonucu ortaya çıkan işçi olma hali ve gelişen bir emek transferidir. Emeğinden başka gelir getirici bir şeyi olmayan proletarya olgusudur. Çalışan işçinin işsizliğe, gelir kaybına ve sağlık ihtiyaçlarının korunması ve gözetilmesi için koruma altına alınmasıdır.

18 ve 19.yüzyilda ortaya çıkan ulus devlet yapılanması ise önce Avrupa’da başlayan sonra dalgalar halinde tüm dünyaya yayılan bir süreçtir. Bu yönüyle mecburi eğitim ve okul, sabahtan akşama kadar çalışma ortamı, aile, birey, çocuk bütünlüğünün çalışma düzeni ve devlet eliyle yapı sökümüne uğratılmasıdır. Toplumun endüstriyel ilişkilere göre yeniden inşası için merkezi sistemle okul, askerlik, memuriyetin sürekliliği, iş ve sosyal hayatın yurttaşlık bağlamında yeni bir biçim kazanması demektir. Karl Marks’ın deyimiyle ise klasik bütüncül ve üretken emeğin ortadan kalkması ve emeğin üretimin sadece bir parçasında rol alması ve ekonomik planda zenginliğin kaynağı olan artı değerin üretilmesi ve emeğin özüne yabancılaşması demektir.

Emeklilik ise bu ekonomik ilişkiler ağı içinde atölye ve fabrikalarda vahşi kapitalizmin silindiri altında posası çıkarılan emekçinin 25 yıl sonunda göreceli olarak kalan günleri biraz rahat yaşamasıdır. Hatta üretim faktörü olarak bireyin katma değerinin fabrikasyon üretimde işe yaramadığı için bir tür yılkı atı gibi işten çıkarılarak sosyal hayata terkedilmesi ve çalışma hayatından azat edilmesidir. Artık işçi veya memur geçimini sigorta emeklilik sistemine ödediği primler sayesinde kıt kanaat de olsa alacağı sigorta emeklilik maaşı ile sağlayacaktır.

Şu da var ki hep aklıma takılır, şu an ücretli ve SGK’li çalışan kişi emeksiz mi? Tekaüt kavramına karşılık olarak emek sahibi ve emekli derken çalışana mefhum-u muhalifinden ne demek gerekir, emekleyen işçi ya da emekli olmayı hak etmeyen memur mu? 1950’li yıllarda bu kavramı geliştiren(uyduran) kişiyi bulsak sorup öğrenmek mümkün. Tekaüt uygulamaları Osmanlı devletinde kuruluş devrinden itibaren kurallara bağlanmıştır. Tanzimat dönemi ve Tanzimat sonrası yenileşme çabaları ile merkezi bir sisteme bağlanmıştır.

Cumhuriyet dönemi tekaüt işlemleri memur sandıkları ile meşhur emekli sandığı ile devam etmiştir. İşçilere ise 1946 yılında Sosyal Sigortalar Kurumu, Çalışma Bakanlığı ve İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğünün kurulması ve 1947 yılında çıkarılan Sendikalar yasası ile fiilen emeklilik ve yaşlılık aylığı bağlanması yasal bir hak olarak ortaya çıkmıştır. İlk işçi emeklileri 1969-70 yıllarında ortaya çıkmıştır. Emekli ikramiyesi ile o zamanlarda ev alınır, araba alınır idi cümlesi görece sendikal hakların yüksek ve iyi olduğu ve kamu kurumlarında çalışan işçiler için geçerli bir cümle kalıbıdır. O günkü fiyat eğrileri ve çalışan işçi ve emekli maşları ve fiyat istatistikleri üzerinde çalışma yapılarak ayrıca doğrulamak gerekir. Bu arada serbest çalışanlar ve esnaf için Bağ-Kur isimli emekli sandığı 1973 yılında kurulmuş ancak aktüeryal dengesi 1980’li yıllarda bozulduğu ve politik müdahaleler ile savrulduğu için 2000’li yıllarda kurumsal olarak kapatılmıştır.

whatsapp-gorsel-2024-06-19-saat-15-17-56-3e56b0d5.jpg

Emekli sandığı ve Ssk gibi kurumların fon dengesi hep dengesini yanlış yönetimler sonucu kaybetmiştir. Aktüeryal denge bozukluğu nedeniyle aktif çalışan ile pasif emekli arasındaki optimal denge tutturulamamıştır. Bu kurumların fonları iyi değerlendirilememiş, İş hanı ve turistik otel satın alma gibi anlamsız yatırımlarda heba edilmiştir. Ortaya çıkan sağlık faturaları, emekli ikramiyeleri, ekonomik istikrarsızlık ve fiyat artışları sonucu yetersiz kalan kurum bütçesine Hazineden veya dışarıdan alınan borçlarla takviye yapmak hiçbir soruna çözüm olmamıştır. Çözüm mezarda emeklilik olarak nitelenen sigortalının 5 bin gün çalışması yerine 7500 gün ve 9000 gün gibi daha uzun süreler çalışması ya da kademeli yaş merdiveni ile emeklilik 55-60-65 yaş evresine çıkarılarak günü kurtarılmaya çalışılmıştır. 2000’li yıllarda “mezarda emekliliğe hayır” mitingine Ankara’da benimde içinde bulunduğum 200 bin kişi eylem yaparak Cumhuriyet döneminin en büyük işçi ve memur mitingi ile karşı durulmaya çalışılmıştır.

Üretken ve çalışan insan nerede mutlu olacak peki, sömürüden nasıl kurtulacak? Jean Jack Rousseau'nun doğal hayat içinde yaşayan model insan olarak Emil' i ise ağaçtan düşen armudu nehirden almak için sadece yerinden kalkacak kadar çalışmakta idi.

Bu yüzden bazı anarşist eğilimli kolektiflerde ve komünal hayat girişimlerinde para için çalışmak yerine bireysel mutluluğu hedeflemek akımı vardı. Bireysel yetkinlikleri ile ücret karşılığı değil toplumsal hayata katkı için parasız mahalle halkına eğitmenlik, kurs verme, bir şeyini karşılıklı tamir etme vb. için yapılır idi. Emekli olmuş yani tekaüt biri bu türden bir toplumsal fayda için birikim ve deneyimlerini sosyal emek olarak aktarabilir. Bizde pek yaygın olmasa da teorik olarak mümkündür. Emekli bugün katma değeri olan işler yapabilir mi? Mesleki potansiyeli varsa, yeteneği varsa kendi işini kurabilir veya bilgisayar üzerinden tanıtım ve etkinlik oluşturabilir. Pek çok emeklinin yaptığı gibi tekrar ücretli çalışabilir. Sık görüldüğü üzere normal işçilerin aldığı ücretin yarısını alarak yapılan bir çalışma da söz konusu olabilir.

Hayaller, gerçekler, ülke koşulları insanın üretkenliğinden, mutluluğuna giden yolda normal insanların da emeklilerin de önüne pekte rahat performans gösterebilecekleri bir kulvar koyuyor gibi gözükmüyor. Kamuoyunda yanlış bir çizgide dillere pelesenk edilen 10 bin tl emekli maaşı tek parametre değil tabi ki. Onbeş milyonu aşan emekli insan kitlesi içinde en az 10 ayrı kesit emekli katmanı var. En yoksuldan en varsıl konumdaki zengin ve burjuva yaşantısı katmanlardaki birbirinden farklı emekli insan ve aile modeline geçişler var.

İşin en önemli pratiği ise 25 yıl önce çalışmaya başlayan kişinin başlangıçta ödediği primler ile aktüeryal hesaplamalar ile ilerde kaç lira maaş alacağı belirlidir. Asgari ücret bir kişi üzerinden hesaplanan en düşük ücret iken bizde hem bir genel ücret olmuş hem de kamu kurumlarına yasal bildirim ücreti olarak öne geçmiştir. Mali mevzuat ve kamu harcamalarına duyulan güvensizlik vergi kaçırmayı tetiklemektedir. Bu da düşük ssk primi ödenmesi ve emekli olunca da düşük maaş demektir. Kamu kurumlarında çalışan memurlar bir ölçekte bu sorundan muzdarip değil, en çok işçiler mağdur oluyor.

Ancak ülkede ekonomik istikrar ve fiyat istikrarı olmaz veya bozulur ise bundan birçok kesim zarar gördüğü gibi sabit gelirli ve bordro mahkûmu denilen işçi ve memur emeklileri daha olumsuz düzeyde etkilenmektedir. Meselenin bam teli ise şuradadır: 25 yıl önceki kesilmeye başlayan prim düzeyi ile bugün emekli olunca erişilen hayat standardı ve gerekli maaş düzeyi ile sağlanan satın alma gücü nasıl eşitlenecek veya korunabilecektir. Olmayan prim, ödenmeyen prim ile bir emeklinin maaşına nasıl zam yapılabilir. Birincisi tüm aktüeryal dengeyi örneğin emekli olunca kişiye tüm zamanlar için 1.5 asgari ücret sağlayacak bir maaş düzeyi olarak belirleyip ona göre prim kesmeliyiz. İkinci olarak asgari ücretin de insanca yaşamaya yetecek ve düzey olarak ferdi değil çalışan ailesi üzerinden saptanıp ödendiği bir çizgi olmalıdır. Üçüncü olarak ekonomik potansiyelimizi geliştirmek ve üretkenlik açısından refah düzeyine kavuşturmalıyız. Ülkedeki ve dünyadaki tüm ekonomik sarsıntılara, cari açığa, dış ticaret dengesine ve girdi maliyetleri ve yüksek enflasyon gibi konjoktürel veya yapısal sorunlara rağmen ayakta duran bir ekonomik dengeye ve politika yönetimine ihtiyacımız var. Bu üçü bir arada gitmediği sürece herkesi tenzih ederim ne diğer tüm toplum kesimlerinin ne de emeklilerin sızlanması, sitemleri ve talepleri biter ne de emekliye çözüm vaatleri sona erer.

Emekliyi yalvar yakar ve söz meclisten dışarı sadakaya, zekata ve bağışa muhtaç bir insan gibi görmek ve göstermek ya da gözünü toprak doyursun demek, çıkar telefonunu geyikleri ile ele almak mantıklı değildir. Evi kirada, çocuğu üniversitede okuyan, tek emekli maaşı dışında geliri olmayan, arabası olmayan bir kişi emekli de olsa asgari ücretli çalışan da olsa zaten toplumun en alttaki GSMH’ dan pay alan bir demografik kitle içinde demektir. İsmi lazım değil Konya’da bir emekli konağında yakınlarda karşılaştığım bir kişi: 10 bin lira her şeye yetiyor, hobi bahçem var, arabamda var, ikinci bir işte şoförlük yapıyorum, Toki’den de evim var ve sizi gidi şükretmeyenler diyen kişi maalesef hem lümpen bir emekli hem de tuzu kuru bir emeklidir. Herkes aynı ev, araba, hobi bahçesi gibi standart imkanlara ulaşmış, tasarruf imkanlarına ve ikinci bir işte çalışma potansiyeline sahip değil ki?

Kalem memuru sözünü de çocukken duyardım veya bir şekilde Valilikte, adliyede bir kalemden bahsedilir, masada veya bankoda ismi geçer, özel kalem de sık rastlanılan bir şey idi, neresi ve neyi özel kalem diye de sormadan edemezdim. Kalemin şekli mi? başkaydı o kişi diğerlerinden farklı bir yazı stili ile mi? Başka idi acaba? Birçok şey değiştirilip dururken bu arada "hususi kalem", "zat işleri kalemi" “özel kalem müdürü” gibi kelimelerle oynayıp duruyoruz. Nazır, Vekil ve Bakan dediğimiz gibi nereye bakan desek her yere bakan değil herhalde değil mi? Bazı işlere bakan manası daha doğru gibi.!

Emeklilik, yaşlılık, ikinci bahar ve üçüncü yaş gibi konular çok yönlü ve multidisipliner bir konu olarak ele almak gerek. Birçok parametreyi bir arada irdelemek lazım. Emeklilik psikolojisi kişilerin sosyal ve psikolojik dengesi içinde olumlu anlamda aktivite sergileme, yan gel yat özgürlüğü ve serbest olma dönemi kadar rutin iş hayatının dışına çıkmak kadar, bir stres ve depresyon sürecine de karşılık geliyor. Eğer ekonomik olarak kendine yeterlilik değil de gelir ve refah kaygısı gibi süreçlere dönüşüyor ise emeklilik dönemi taze bir emekli için sancılı geçebilir demektir.

Kendimden biliyorum emeklilik gerçekten bir “İkinci Bahar” dönemi. Daha gençsiniz, umutlusunuz ve ilkbahardaki insanın içine dolan neşe ve enerji neyse, İkinci Bahar’da da aynısı yaşanacak. Ama İkinci Bahar’da ek olarak deneyime, bilgelik de katılınca çok daha farklı bir boyuta ulaşıyor. O yüzden bu kavram hayata yeni bir başlangıç yapmak veya sosyal ilişkileri yeniden başlatmak anlamında çok sık kullanılıyor.

Her şey emekli olunca güllük gülistan değil tabi ki. Gerçek hayat içinde Pollyannacılık faydalı bir oyun değil. Emeklilik birçok kişi için bir süre sonra yeniden çalışmak için bir arayış dönemi ve yeniden düşük ücrete çalışmak veya iş aramanın başarısız olduğu sıkıntılı bir döneme karşılık gelebiliyor. Çünkü dünyada ve memleketimizde yaygın trend olarak iş piyasasında yaşlı ve emekli olmak dezavantajlı bir sürece ve sosyal dışlanmaya karşılık geliyor.

Hayatın sonbaharına kalmış ve moralsiz, motivasyonuz, yaş 70 işi bitmiş şeklinde öz benlik çöküşü yerine hayata asılan ve iş ve gelir amaçlı hareketini bitirmiş ve emekli olup bir köşeye uzlete çekilen kişi yerine, hayat eksenli hareket eden bir emeksiz konumunda sosyal yaşantıya yönelen, kabiliyet ve yeteneklerini analiz edip üretkenlik sergileyen ve başkaları ile bir arada aktivite kovalayan bir modele geçiş söz konusu olduğu için "ikinci bahar" kavramı yaygın ve yoğun kullanılıyor.

Son zamanlarda belediyelerin çoğunda 2.bahar kahvesi başlıklı tekaüt/takavit/emekli konakları ve kıraathaneleri başlıklı buluşma mekanları açılıyor. Bunun bir tık evvelinde Emekli Konakları ismi ile hizmet mekânı tahsis ediliyor idi. Çay bedava, gazete ve internet bedava, belediye bazı gezilere götürüyor şeklinde. Genel espri ise hayatın sonbaharına gelmiş kişilere 2.baharını yaşa veya hayata yeniden asıl türünde bir motivasyon uygulayarak emekli yurttaşı kucaklayan bir yaklaşım görülüyor. İkinci bahar kahveleri konak yaklaşımından daha nitelikli görünüyor: Hobi kursları, deneyim paylaşımı, gönüllü gençler ile birlikte aktivite yapma, yürüyüş, kahve veya yerinde sinema günleri, hobi ve el becerileri temrini, yönelimleri ve yaşantı meşrebine göre dans, aletli cimnastik, hat, ebru vb. eğitimlere katılma, il içi ve dışı ücretsiz geziler yapma gibi düzenli ve düzeyli yaklaşımlar uygulanıyor.

Bazı üniversitelerde ise emekli ve yaşlı insan eğitimleri yapılıyor. Bu kapsamda ve 2.bahar evleri gibi Hacettepe Üniversitesinde yapılan bir proje göze çarpıyor. Kampüste bu amaçlı yapılmış evlerde emekli ve yaşlı insanların kalması sağlanıyor. Üniversite gençleri ile emekliler/yaşlılar arasında gönüllülük esasına dayalı bir aktivite öngörülmüş. Eğitim durumuna göre kişiler bilimsel araştırmalara katılım sağlama ve sportif ve bilişsel faaliyetler yapabiliyor. Emekliye bilimsel bir pencereden yaşlı ve geriatri hizmetleri kapsamında hizmet sunmak ön plana geçiyor. İlginç bir nokta ise mezar taşları sosyolojisi kapsamında saptadığım ve özellikle fotoğrafladığım önemli meslek gruplarından biri de emekli insanların mezar taşlarıdır. Yani emekliler hayatın her alanında veya yanı başımızda olduğu gibi bir mezarlık ziyaretinde dahi emeklilerle karşılaşmak mümkün.

whatsapp-gorsel-2024-06-19-saat-15-17-57-8beb0927.jpg

Gelelim başlıktaki üçüncü yaş teorisine:

1970'li yıllarda Fransız Prof. Dr. Pierre Vallas geliştirdiği teorik çerçevede insan yaşamını üç evreye ayırmış:

1.yaş periyodu doğum, çocukluk, eğitim, ergenlik, üniversite eğitimi dönemi

2.yaş periyodu aktif iş ve meslek hayatı ve çalışma dönemi

3.yaş periyodu ise emeklilik dönemi.

Vallas bu bağlamda 3.yaş akademisi çalışmalarına öncülük etmiş, benzeri ABD'de Harward üniversitesinde açılmış, emekliler ve gönüllü öğrenciler arası aktivite sergileme, deneyim ve bilgi paylaşımı gibi uygulamalar yapılmış, uygulama devam ediyor. Bizde ise 4-5 yıldır Akdeniz üniversitesi ilk olarak buna benzer uygulamalar başlatmış durumda ama daha çok eğitim odaklı devam ediyor.

Emeklilik konusu göreceli bir durum ve bu hamur çok su kaldırır sözüne en yatkın alanlardan biridir. Emekliyi moda tabirle küstürmemek ve gönlünü almak gerekir. Emekli birazda yeryüzündeki tecrübe ve yaşantı olarak naif bir insan olmaya en yakın kişi veya aday insandır. Çoğu torun torbaya karışmış, pir-i fani olmaya aday kişi demektir. Bazıları ununu elemiş, eleğini duvara asmış ve dünya yansa içinde yorganım yok modunda da olabilir.

Emekli olmuş kişi bu saatten sonra suya sabuna dokunsam ne olacak diye de düşünebilir. Adam hayatında aksiyon üzere olmamış, emekli olunca mı? Cevval kalem ve atılgan olacak da denilebilir. Tersi de doğrudur. Hayata yeni bir başlangıç yapmak, yetenek ve kabiliyetlerini keşfetmek olasıdır. Kişi iş hayatından emekli olmalı ancak hayattan emekli olmamalıdır. Potansiyelini ve kendini gerçekleştirme üretkenliğini bambaşka bir görünüm ile insanlığa, topluma ve çevreye verimli şekilde yansıtması da mümkündür.

Hülasa Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin söylediği gibi: "Mevla Görelim Neyler, Neyler İse Güzel Eyler" ve "Ne kahrı dest-i adadan, ne aşinadan bil, Umurun Hakka tefviz et, Cenab-ı Kibriyadan bil" düsturunu dilimize pelesenk eyleyelim. Sözü insan yaşamında ikinci bahar olsa nasıl olur idi sorusuna bir cevap olarak Bedri Rahmi Eyüpoğlu’na ait bir şiir ile bağlayalım:(Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Bütün Eserleri/1, Dol Karabakır Dol, Bütün Şiirleri Bilgi Yayınevi, 1995, 5.basım, sayfa 78.)

BAHAR ve BİZ

Yılda bir kere çıldırır ağaçlar sevincinden

Rabbim ne güzel çıldırır.

Yılda bir kere uzatır avuçlarını yaprak;

Sevincinden titreyerek.

Yılda bir kere kendini verir toprak

Yılda bir kere yarılır bahçeler hazdan

Rabbim ne güzel yarılır.

Biz de bir kere sevinebilseydik.

Çiçek açmış ağaçlar gibi çıldırasıya.

Kim bilir belki bir gün sulh olunca

Biz de deliler gibi seviniriz,

Ağaçları ve baharı taklit ederiz

Renkli bez parçalarıyla donatırız şehri

Renkli ampuller asarız pencerelerden

Kim bilir belki bir gün sulh olunca

Biz de çatır çatır çatlarız bin bir yerimizden

Ağaçlar gibi.

Ülkemizdeki emeklilerin konumuna dair açtığım bu pencereyi gelecek yazılarda inşallah sosyo-ekonomik parametreler, sosyal hayatın içinden kesitler ve edebiyat dünyasından emekliyi konu alan pasajlar ile daha geniş bir pencereden irdeleyelim. Gün ola harman ola, kalın sağlıcakla. Bu vesile ile Kurban bayramınız mübarek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Tokgöz Arşivi
SON YAZILAR