Doymadın mı?
Modern çağın insanı kendini nerdeyse tüm geçmiş kavim ve milletlerden üstün ve ileride addediyor. Genel yaklaşım ve yaygın görüş bunun peşinen kabulü üzerine kurgulanmış. Değişmenin önünde duracak değiliz, eşyanın tabiatına karşı çıkacak da değiliz. Diğer yandan “her değişim bir gelişmeye işarettir ve gelişim insanlık için yadsınamaz bir gerçektir” yargısının da nakıs olduğu kanaatindeyiz.
Teknolojinin başat aktör olarak öne çıktığı bu çağın, insana sağladığı konfor, zaman ve hız, bilimsel gelişmenin bir sonucu olarak “değişime” zirve yaptırdı. Mesele şu ki gelişen ve değişen insan, arzu ettiği ve beklediği insanî tekamüle ulaşabildi mi? Bu sualden daha dramatik olanı; “Bu çağın insanı, insanî tekâmül, vicdani zenginlik, diğerkâmlık gibi değerleri cidden arzu ediyor mu?
Sanayi Devrimi ile birlikte makineler çağının birer nesnesi haline gelmiştik. Büyük fabrikalarda makinelerden bize düşen işlerde küçük makine parçaları üretiyor, bu parçaların birleşmiş son halinin neye benzediğini kestiremiyorduk. Hayatın kolaylaştığını ve insanın artık yorulmayacağını haber veriyordu televizyon ekranları. Kendine vakit ayır diyordu zamanın sahipleri, tatile çık diyor ve bunun için hızı artan ulaşım araçlarını gösteriyordu. Bilgi, kendine her an ulaşılabilir bir yerdeydi ve o kadar çoktu ki bazen çokluğundan şikâyet eder olmuştuk.
Savaşlar çıkıyordu ve savaş sahipleri güvenliğimiz için silahlar üretiyordu. Öyle hızlı olup bitti ki her şey teknoloji çağının başladığını çok sonraları öğrendik. Modern çağın teknolojik oyuncakları istila etmişti ortalığı habersizce. Hoş çok da mutsuz değildik çünkü kavuştuğumuz şeyler bizi haz ve hız sahibi yapmıştı.
Teknoloji, makinelere acaba ruh da vermiş olabilir mi? Akıllı telefonlarla başlayan yolculuk yapay zekâ durağına çoktan ulaştı. Şimdilerde daha hızlıyız, daha rahat ve daha konforlu, daha yakınız uzak dediğimiz ülkelere, daha yaklaştık gökyüzüne. Gelişip değiştiğine şahit olduğumuz dünyanın, kendi insanına dünden daha çok mutluluk verdiğini, daha çok huzur ve güven sağladığını, ruhunu doyurup, mutmain bir kalp verdiğini söyleyebilir miyiz?
Üzerinde yaşadığımız gezegenin tüm imkanlarını kullanıyor lakin bize yetemediğinden dem vuruyoruz. Oysa dünya, kendi üzerinde yaşayan tüm canlıların tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek tecrübe ve zenginliğe sahip.