Dört Tarafımız Problem
Çok iyi bir dönemde sayılmayız. Bu cümlenin her çağ ve şartta geçerliliği vardır ve asla değer kaybetmez. Nitekim hayat hep zorluklarla ve meşakkatlerle doludur. Türkiye için de çok kullanılır bu cümle, hemen her sohbette söylenir ve ardınca sıralanır meseleler.
Konuya nerden geldim? Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan, politikadan, dünya siyasetinden bahisle konuştuğumuz bir mecliste, yakınmasını hakarete vardıracak kadar ileri götüren bir zat (ki kendisini eğitimci ve hukukçu olarak tanıtmıştı başta) ülkenin bir çıkmazda olduğunu savlıyordu.
Düşününce “öyle evet, batmışız” diyesi geliyor insanın. Şöyle bir bakalım; dış işleri bakımından bir ateş çemberindeyiz; Suriye ve yönetimi ile kardeş ilişkiler içindeyken şimdi karşısındayız, Libya’daki vatandaşlarımızın can güvenliğinden endişe ediyoruz.
Mısır’daki değişime “darbe” diyen tek ülke biz olduk diye yalnızları oynadık tüm ikiyüzlü Batı’ya karşı.
İran’la ilişkiler samimi olmaktan çıkarak resmileşti. Avrupa zaten görünürde dost, nasıl diyorlar; stratejik ortağız çoğuyla. Lakin Almanya göz göre göre bile isteye dinlemiş bizi. Irak’taki gelişmeler lehimize görünmüyor, oluşan gruplar, örgütler ne hikmetse bizi de alıyor listeye düşman olarak.
Herhangi bir ülkede bir salgın çıkıyor, misal “Ebola” tüm ülke tedirgin oluyor, enerji kaynaklarının yanı başındayız ama bir yalan haber alıp götürüyor fiyatları, her an enerji krizi ile karşı karşıyayız. Hemen her ay doğalgaza zam var mı, yok mu haberi yapılmakta.
Ülkenin iç meseleleri de bir büyük aysberg, ha çarptık ha çarpacağız. Ekonomimiz pamuk ipliğine bağlı, borsamız büyük oranda yabancıların elinde, buluttan nem kapıyor, dolara bakıp bir düşüyor bir çıkıyor. Emlak sektöründeki dalgalanma endişe verici. Krediler yüksek, faiz yüksek borçlu çok.
Politikada kavgalar, kısır çekişmeler, basit hesaplar, çıkar kavgaları bitmiyor. Doğumuz her an elden gidebilir, bölünmek üzereyiz. İç tehditler hiç bitmiyor, bu yazıyı yazan çok değil on küsur yıl önce birinci tehdit idi, irtica ve gericilikten. Kıbrıs sorununu çözemedik hep baş ağrıyor, Ermenilere ne yapsak yaranamıyoruz, bir soykırım tutturdular gidiyorlar.
Sağlıktan eğitime, sanayiden aileye, sosyal yaşamdan özgürlüklere kadar hep problem hep dert… Bunun değişeceğini mi sanıyoruz? Hayır değişmeyecek. Biz bu topraklara adım attığımız günden beri, yukarıda saydığımız problemlerin bin bir türlüsü geldi bu milletin başına.
Dün Yunanistan’la kavga ediyorduk bugün İsrail’le. Domuz gribi vardı bir ara şimdi Ebola. Dün asker darbe için fırsat kolluyordu bugün gizli örgüt ve yapılar. Çay, şeker kuyruğuna giriyorduk yarım asır önce şimdi otomobil, kredi kuyruğuna. Kıbrıs yine problemdi, Ermenistan yine şımarık. Mahallenin kabadayısı Amerika kâh azarlıyor kâh başımızı okşuyordu.
Velhasıl başımızı hiçbir zaman dertten, meseleden, problemden alamadık. Şimdi kalkıp battık, bittik, karanlığa gidiyoruz dün ne iyiydik demenin inandırıcı bir tarafı kalmıyor. Büyük devlet olmak istiyorsak, mutlak rahatın, mutlak barışın, mutlak zenginliğin olmayacağını idrak etmek gerekiyor. Kavga, gürültü, patırtı istemesek de var, mesele bunların içinden ayakta kalarak çıkabilmek.