Dinsiz Bir Vicdan Doğru Karar Verir mi?
İnsanda doğuştan mevcut olan ve adına vicdan denilen bir yetenek vardır. İnsan bu yetenek sayesinde iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlı olanı birbirinden ayırt ettiği gibi, iyiyi eylem haline getirmenin yararlı, kötüyü eylem haline getirmenin de zararlı olduğunu hisseder. Bu sebeple, iyilik yaptığı zaman iç dünyasında bir sevinç ve mutluluk, kötü bir şey yaptığı zaman da iç dünyasında acı ve hüzün hisseder.
Vicdan, insanın görgü ve bilgileriyle kendini yargılama yetisidir. İnsanda doğuştan mevcut olan ve vicdan dediğimiz bu duygu, başta sağlam bir din eğitimi ile desteklenmediği takdirde kötü bir çevre ve alışkanlıkların etkisiyle körelebilir. Kaldı ki, vicdan adı verilen bu duygu dinden, merhamet ve adalet ahlakından bağımsız bir şekilde doğruya ulaşamaz. Hatta cehâlet, bid’at ve hurafe ile örülmüş yanlış din ve ahlak anlayışları da vicdanı kötü işler yapmaya sevk edebilir. Onun için vicdan denilen bu yeti, ekmel din olan İslam’ın manevi değerleriyle desteklenmesi gerekir. İşte o zaman vicdan, İlahi irade yasalarıyla beslendiği takdirde doğru iş yapabilir.
Dinin rehberliği ve yaptırım gücü olmadan, âhirette hesap verme sorumluluğu iman düzeyinde yer etmeden vicdan ne haksızlıklara ve ne de kötülüklere ses çıkarabilir. Bununla da kalmaz, ahirette hesap verme inancı kalmamış olan insanlarda, adalet ve merhamet gibi duyguların yerini zulüm, kötülük ve hazcılık alabilir. İnsana, insanlığından çıkaran işler yaptırabilir. Çünkü vicdanı körelmiş ve kararmış bir kimsede manevi anlamda kalp işlevini yitirmiştir.
Üzeri günah kirleriyle paslanmış olan işlevsiz bir kalp, insanlık için felaketler üretebilir. Nitekim Kur’an’da buna işaret eden âyetlerden birisi şöyledir: “(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hac 22/46). Gönül gözü kilitlenmiş, körleşmiş ve tamamen penceresini Yüce Allah’a kapatmış olan bir kalpte ne adalet, ne merhamet ve ne de şefkat vardır. Hele hele merhametten yoksun körelmiş bir kalpte vicdan azabı hiç yoktur. Vicdan azabı, az çok dini ve ahlaki değerlerle donanmış merhametli insanlarda vardır.
Bugün yaşadığımız yüzyılda Suriye’de, işgal edilmiş Filistin İslam topraklarında, Batı Şeria ve Gazze’de, Arakan’da, Cammu Keşmir’de, Kırım’da, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Yemen’de olup bitenlere baktığımız zaman vicdansızların yaptıkları acımasızlıklar karşısında vicdan isyanı görülmüyor. Dolayısıyla insanı insan yapan salt vicdan değil, bu vicdanı haksızlıklar karşısında harekete geçirecek olan güçlü ve sağlam Allah inancıdır. Tevhid inancına bağlı, Allah korkusuyla, helal ve haram, hak ve adalet şuuruyla beslenmeyen vicdanın kötülüklere karşı yaptırım gücü ve mukavemeti yoktur. Elbette, zulümle yatıp zulümle kalkanlar için Allah’ın dünya ve ahrette mutlaka onlara yönelik çetin bir azabı vardır. O, kendi işini bizden daha iyi bilir. Bize düşen görev, bütün bir insanlığı vicdansızlar karşısında vicdan isyanına çağırmaktır.
Unutmayalım ki, vicdansızların zulümleri karşısında susanlar, vicdansızlara destek çıkanlar, İlahi yasa gereği, o suça ortak olmuş sayılacaklarından aynı akıbete uğrayacaklardır.