Devlet, ahlaksızlaşan esnafa anladığı dilden konuşmalı
Günümüzde genel olarak “İnsan, insanın kurdu” olmuştur. Büyük balık, küçük balığı “nasıl yutarım”ın peşinde…
Kanaat ve hakkaniyetin yerini “ihtiras/doyumsuzluk/açgözlülük” almış durumda…
Hakkına razı olan yok denecek kadar az…
Dünyada yapıp ettiklerinin hesabını bir gün ahirette mutlaka vereceğinin inancında ve bilincinde olmayan doyumsuz esnafın gözü, stok yaparak hormonlu büyümede...
Açgözlü, muhteris stokçu esnaf, Peygamberimizin diliyle “melundur.” Yani lanetlidir.
Melun stokçu, ticaret malını pahalılaşması gayesiyle istifleyip piyasaya arzını geciktiren şeref ve haysiyet yoksunudur.
Hâlbuki esnaf, piyasanın doğal seyriyle oynamasa, ürünleri üreticiden tüketiciye intikal ettirirken aradaki aracıları kaldırsa, makul kâr oranına kanaat etse, hem dünyasını hem de ahiretini imar etmiş olur. Çünkü Rasûlullah (s.a.v): “Kim bir gıda maddesini satın alır ve günün rayiç bedeli üzerinden satarsa, sanki onu yoksullara sadaka olarak dağıtmış gibi sevap alır,” diye buyurmuştur. (İbn Mace, Ruhûn, 16).
Bu durumda, haram-helal hassasiyetine bağlı olarak alış-veriş yapan dürüst bir esnafın, işinin başında geçirdiği ve geçireceği dakikalar da ibadet sayılmaktadır. Dürüst tüccar, Peygamber ve şehitlerle beraber haşrolunacaktır.
Öyleyse Müslüman, ticaret ahlakına uygun davranmalıdır. Hz. Ömer (r.a.) valilerine şu genelgeyi göndermiştir: “Yapacağı ticaretin İslamî esaslarını bilmeyen kimse bizim çarşı ve pazarlarımızda alış-veriş yapmasın.” (Tirmizi, vitr, 21).
Gerçekten bu emirlere göre bilinçlenen esnaf da, piyasanın altını üstüne getirmez.
Esnaf, mal ve şöhret duygusuna kapılarak çok haris/ihtiraslı/açgözlü olmamalı, komşularının yaptığı ticareti kıskanmamalıdır. Bu haller, korkunç manevi hastalıklardır. “Yalnız ben kazanayım” zihniyetinde olmamalıdır. Bu hastalığa tutulan bir tüccar, ne kadar çok kazansa ve zengin olsa da, yine gözü başkalarının malında olur, hayatında huzur bulamaz. Rasûlullah (s.a.v.) bu konuyla ilgili şöyle buyurur:
“Mal ve şöhret hırsına kapılan kişinin dinine verdiği zarar, iki aç kurdun bir koyun sürüsüne dalıp verdiği zarardan daha çoktur.” (Tirmizi, Şerhi Tuhfe, Ebvabu’z Zühd, 7/46).
Doğumundan ölümüne kadar hayatın bütününe bakan, iyi-kötü, acı-tatlı, hayır-şer gibi her alana düzenlemeler getiren İslam, ticaret ve ekonomik hayatı da ilgi alanı dışında bırakmamıştır. Kazancın helal yoldan, İslamî ahlak ve fazilet ölçüleri içinde elde edilmesini, ibadet saymıştır.
İşte bugün bizim sorunumuz, haram-helal hassasiyetine bağlı olarak alış-veriş yapan esnafımızın sayısının giderek hızla azalmasıdır.
Dolayısıyla bugün biz, kendi kazancını düşündüğü kadar empati yaparak üretici ve tüketicinin kazancını da düşünen, ahlakî seviye kazanmış esnafa hasretiz. Komşusunun da kendisi gibi kazanmasını isteyen ahlakî erdeme sahip esnaf, tüketicinin de zarar görmemesini isteyecektir. Bugün esnafın ahlak sigortası attığı için meydanlar, doyumsuz, fırsatçı, Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan esnaflar tarafından doldurulmuştur.
Şuayb Peygamberin kavmi olan Medyen ve Eyke halkı; ölçüde-tartıda hile yaparak halkı kandırmak suretiyle ticari ahlakı bozulmuştu. Ticari ahlakı kokuşmuş olan bu halkı Allah helak etti. Eğer bugün Şuayb peygamberin kavmine taş çıkartan günümüz esnafını Allah topluca helak etmiyor, başına taş yağdırmıyorsa bunun sebebi, Peygamberimizin “Yarabbi! Benim ümmetime, geçmiş peygamberlerin ümmetlerine verdiğin toplu helakler verme” duasının kabul olmasıdır. (Bak:Müslim, Fiten 5, H.No:2890; Tirmizi, Fiten 14, H.No:2175).
Bu durumda devlet, esnaf ahlak kurallarına uymayan, halkın sıkıntı çekmesine sebep olan ve fiyatların aşırı yükselmesini sağlayarak fâhiş kâr elde etmek için toplumun ihtiyaç duyduğu malları stoklayan ahlaksız esnafa hak ettiği cezayı vermeli, anladığı dilden konuşmalıdır. Bu doyumsuz, açgözlü çakal sürüsü, meydanı; taşların bağlanıp köpeklerin serbest bırakıldığı alan gibi görmemelidir. Bu meydanda istedikleri gibi at oynatamamalıdırlar.
Devlet, fırsatçı esnaf için daha önce sarfettiği, “Fiyatları düşürün, biz gıda terörüne fırsat vermeyiz. Kandil’deki teröristlerin üzerine gittiğimiz gibi sizin de üzerinize geliriz,” sözünün gereğini yapmalıdır.
Hz. Osman’ın ifadesiyle; “Kitapla yola gelmeyeni kılıçla/kanunî yaptırımla yola getirmelidir.”
Bu dünyada Alicengiz oyunlarıyla işlerini yürütenler bilsinler ki, Allah mühlet verir ama ihmal etmez. Bu zalimlere dünyada belasını vermezse, ahirette perçeminden fena yakalayacaktır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur:
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Sadece Allah onları, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (14/İbrahim:42).
“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26/Şuara 227).
Bu ayetlerden anlamaktayız ki Allah, yapılan zulümlerin cezasını ya ahirete erteler, orada en acı bir şekilde verir, ya da “nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir” ifadesinde ortaya konduğu gibi -ahiretteki cezası saklı kalmakla beraber- dünyada da bir ceza ile cezalandırır. Yani tekraren pekiştirerek ifade edersek Allah, mühlet verir fakat ihmal etmez. Bu da biline!!!