“Çöl/Deniz Hz. Hatice” Annemiz
Annemizi ne kadar severiz? Hayat dağdağasında, yaşımız kaç olursa olsun bizim en güçlü limanımız annelerimizin şefkatli yüreğidir şüphesiz. Her incinişimizde, hayatın darbesini yediğimiz günlerde yaralarımızın en etkili ilacı onun avutucu sözleri, sımsıcak kucağıdır. Onu sevmemek olur mu?
Bir yıl kadar önce etkili bir konferansa katılmıştım. Konuşmacı hanım şu soruyu sordu: “Annelerimizi ne kadar severiz? Peki ne kadar tanırız? Kişi tanımadığını sevemez öyle değil mi? Şu ayeti duydunuz mu? “Peygamber mü'minlere kendi canlarından her konuda tercih edilmeye ve sözü dinlenmeye daha yakın ve daha layık olandır. Peygamberin eşleri de, mü'minlerin anneleridir…”(Ahzab,6) Sarsıcı bir ayet değil mi? Siz cennette sadece kendi annelerinizin dizi dibinde oturacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Dünyadayken kendisini örnek alıp cennette de hem şefaat umacağınız hem o güzelim sohbetlerine katılmak isteyeceğiniz İslamiyet’in öncü kadınları Peygamber (sav) eşleri var. Üstelik ayetle sabit ki onlar bizim annelerimiz. En çok hürmete layık olan ve örnek almamız gereken ender insanlardan. Hz. Peygamberin kaç eşi vardı? Kaçının adını sayabiliriz? Hangi vasıfları vardır bu hanımların? İslamiyet’in yayılmasına ne kadar katkı sağladılar? ”
Bu etkili konferansın ardından kitapçıya gittim ve konuşmacı hanımın sorduğu sorulara cevap verememenin acizliği içinde Hz. Peygamberin eşleri ve çocukları üzerine yazılmış iki kitap aldım. Eve geldiğimde kitaplığımda Sibel Eraslan’ın Hz. Hatice üzerine yazdığı ve benim belki on yıl öce okuduğum Çöl/Deniz Hz. Hatice adlı kitabı fark ettim. Vakit kaybetmeden usta yazarın kaleminden çıkmış güzel ve bir o kadar da çilekeş annemiz Hz. Hatice’yi bu kez bilinçli ve etraflıca okuyup öğrenmeye başladım. Her ne kadar yazarın kurgusu işin içine girse ve roman tadında bir eser de olsa yeni başlayanlar için gayet doyurucu, kaynaklarla belirtilmiş sağlam bilgileri barındıran ve estetik yönden etkileyici bir eser.
Son zamanlarda kadın erkek eşitliği, kadınların hem iş hem aile yaşamında bunca teknolojik ilerlemeye rağmen ne kadar yıprandığı ve sosyalleşmeye fırsat dahi bulamadığı; kimi kadınların da çalışma yaşamı yüzünden asıl sorumlulukları olan eşini ve çocuklarını ihmal ettiği bu dönemde eserin bazı yerlerinin altını kalın puntolarla çizdim. En etkilendiğim bölümlerden birisini burada paylaşmayı uygun gördüm. Bakalım 1400 küsür yıl önce hanımlar nelerle meşgulmüş? Bizim konforumuzun yüzde kaçına sahipmiş?
Öncelikle kendisi hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse Hz. Hatice: Peygamberimizle evlendiği sırada 40 yaşında, iki kez evlilik yapmış, üç çocuk annesi, ticari ahlakı en yüksek seviyede, Mekke’de temizliği ile Tahire unvanı almış, hayat tecrübesi ansiklopedilere sığmayacak kadar engin, akıllı, oldukça zengin, vefakar ve fazlasıyla cömert, amcaoğlum dediği Hz. Peygamberi en zor zamanında korumuş adeta bir kalkan bir sığınma limanı olan bir eş. İslamiyet’i ilk kabul eden kişi. Tüm variyetini İslam’a harcamış; teknolojinin bulunmadığı, tüm işlerin bilek gücüne dayandığı zamanda her şeye yetişmiş bir eş. Mektep niteliğindeki evinde -eşinin mağarada Rabbiyle hemhal olduğu uzun zamanlar eve gelmediği dönemlerde dahi- evdeki işlerin yanı sıra Peygamber Efendimizden olan çocukları ile önceki evliliklerinden üç çocuğu dışında evlatlıkları da bulunan hepsiyle ayrı ayrı ilgilenen disiplinli bir anne.
Onu kısaca tanıdıktan sonra kitaptaki ilgili kısmı paylaşalım: “ Hz. Hatice’nin hayatı doğduğu günden itibaren dalgası hiç eksik olmayan bir denizi andırırdı aslında.
İşleri asla sırayla ve arka arkaya gelmez her iş ve oluşu bir mıknatıs gibi kendisine çeker, her nasılsa düzenlenmesi gerekli bir sürü olayın ortasında bulurdu kendisini… Çoğu insan, intizamlı çekmeceler ve askılarla düzenlenmiş gürültü patırtıdan uzak bir hayat diler… Ama onun hayatı aksine ağzı bir türlü kapatılamayan şişkince bir bavula benzerdi. O yorgunluk nedir bilmez bavulda herkese göre bir giysi, herkese uygun bir ihtiyaç muhakkak bulunurdu. Hz. Hatice’nin hayatı baştanbaşa bir yolculuktu aslında.
Yeni bir dinin ilk müntesipleri ve ilk davetçileri olarak gerek yakın çevrelerinden gerekse Mekke soylularından karşılaştıkları keskin muhalefetin yanı sıra hayata dair, yani hayatın hiçbir şeye aldırmadan devam ettirdiği genel geçer hallerden de mesuldü o…
Yeniden hamileydi sözgelimi. Hayatın tüm ritimleri hiç mola vermeden dört nala koşmaya devam ederken bu vızıltılı kovandan sorumlu kraliçe arıya benziyordu o... Tüm bu koşunun arasında öfkenin giderek artan yalazına rağmen… Eşi gün be gün Cebrail isimli melekle konuşmaya devam ederken…
Hatice Hatun bir yandan evlenen kızlarının hallerini takip ederdi, diğer yandan nişanlı kızlarının düğün hazırlıklarını… Öte yandan evin çiçeği Fatıma’nın ilk çocukluk günleri, gelen giden misafirleri ağırlanması, hoşnut edilmesi ve yeni din hakkında bilgilendirilmesi, ayrıca hasat mevsimlerinin ve ticari seferlerinin takibi, mal mülk gereği muhasebat, evin tamiratı, bahçenin bakımı, develere musallat olan hastalıklar, hurma çuvallarına dadanmış zararlılarla mücadele, bahçedeki havuzda geçen hafta ölü olarak buldukları balıkların mukadderatı hakkında evin çocuklarını bilgilendirmek, ikisi de buluğ dönemindeki Ali ve Zubeyr’in geçiş dönemine has özel halleriyle ilgilenmek, taziyeler, akikalar, güle güle oturunlar, geçmiş olsunlar…
Tam bir harman yerinin ortasında dururdu Hatice Hatun… Sanki gökte saçılmış yıldızlar kadar çoktu ona bağlı ve yapılması gereken işler. Yıldızlarıyla birlikte uykuya daldığında görecek tek bir düşü bile kalmamış olurdu çoğu kez. Zira onun hayatı bir düşü anımsatacak haldeydi: Koşu… Koşu… Koşu… İçinde bir genç kız saklı…”
Çok daha fazlasını almak istediğim yazıma köşemin müsaade ettiği yerin dolması sebebiyle burada son verirken haftanın duasını da iliştirivereyim. Rabbim bizleri bu dünyada iken Peygamber Efendimizin o nadide eşlerini tanımayı nasip et. Hz. Hatice annemize layık evlatlar eyle. Cennette onlara komşu eyle. Hayatta da ufacık işlerimizi koskocaman meşgaleler olarak gösterme ve onları örnek alarak yaşamayı nasip et. Saygıyla, selamla kalınız.