ÇIKAR OYUNLARI
Ekonomi ve siyasi gelişmeler arasındaki etkileşimin, ülkeleri etkileme gücünün arttığı günlerden geçmekteyiz. Demokratik ülke siyasetçileri, uzun dönemde zararlı sonuçlar doğuracağı kesin bile olsa, kendi çıkarlarını maksimize etme adına ve iktidarlarını sürdürme pahasına, her türlü girişimi yapmaya devam etmekten geri durmamaktadırlar. Bu tür politika uygulamasına gidenler ABD veya Almanya gibi gelişmiş ülkelerden biri olursa ve politikaları da, başta gelişmiş ülkelerden olmamasına rağmen dünya ticaret hacminin tek başına yaklaşık beşte birini kaplayan Çin ile çatışırsa, global ekonominin orta ve uzun dönemde kalıcı bir istikrar sürecini yakalayamayacağı ortadadır.
Günümüz dünyasının en önemli sorunu, meydana gelen iktisadi, siyasi, sosyal, kültürel, toplumsal veya herhangi bir olayı, objektif bir bakış açısıyla değil, ülkelerin çıkarlarına göre değerlendirilmesidir. Örneğin Kaşıkçı olayının geçtiği yer S. Arabistan Konsolosluğu değil de Türkiye, İran, Rusya, K. Kore, Venezüella gibi ülkelerden birinin konsolosluğu olsaydı, başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere dünya kamuoyunun yaklaşımı, şimdiki gibi yumuşak mı olurdu? Tabi ki hayır. Dünya kamuoyu konsolosluk alanının kutsallığı, demokrasi, insan hakları, can güvenliği, gazetecinin dokunulmazlığı üzerine kurulu görüşlerle çalkalanıyor olurdu. Doğrusu da, yapılması ve olması gerekende zaten buydu. Ancak gelişmiş birkaç ülkenin çıkarları doğrultusunda Kaşıkçı cinayeti, dünya gündeminden kaçırılmaya, soğutulmaya ve unutturulmaya çalışılmaktadır. Çünkü S. Arabistan’ın şu anki yönetimi, geleceğini ABD’ye sırtını dayayarak inşa etmeye çalışan bir yapı içindedir ve ayrıca ABD, Almanya, İsveç gibi ülkelerin en önemli silah ithalatçısı konumumdadır. Bundan dolayı söz konusu ülkelerin tepkileri, silah satışlarının geçici olarak askıya alınması ve birkaç basın açıklamasının ötesine geçmemektedir. Buradan hem Türkiye hem de tüm ülkelerin alacağı birçok dersten en önemlisi; uygulamaya konulması düşünülen ABD, AB ve ekonomisi güçlü ülke (Çin, Rusya) politikalarının, sadece çıkarlar üzerine kurulu bir düzenden meydana geldiğinin anlaşılmasıdır. Geleceği parlak, dünya ekonomi-politiğinde söz sahibi, etkin ve etkili bir ülke konumunda olmanın yolu, söz konusu anlama olgusunu bir an önce kavrayan ve buna göre ekonomi politikaları başta olmak üzere siyasi, sosyal ve toplumsal yenilikleri, kendi toplumlarının dokusuna uygun şekilde dizayn edip uygulamaya koymayı başarmaktan geçmektedir.
Dünya üzerinde meydana gelen ekonomi, siyasi, toplumsal vb. her türlü olay karşısında gerçek yüzleri, ihtiyar kadın kılığına girerek kırmızı şapkalı kızı yiyen kurt örneğindeki gibi artık sır olmayan Batılı gelişmiş ülkelere karşı, tam güven esasına dayalı kalınması koşuluyla, Türkiye kendisi gibi bölgesindeki diğer önemli ekonomik potansiyel gücüne sahip olan İran ve Rusya ile birlikte, Türki Cumhuriyetlerini ve eski Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu ortaya çıkan 15 ülkeyi de, kendi yanlarına çekip uygulamaya koyacakları ortak politikalarla, tüm bölge ülkelerinin de refah seviyesinin yükselmesini sağlayarak, ABD ve AB ülkelerine karşı, AB’ne benzer biçimde örtülü veya örtüsüz nitelikte bölgesel bir güç konumuna gelmek zorundadır. Türkiye–Rusya–İran üçgenine, Türki Cumhuriyetleri ile 15 ülkenin de katılması başarılırsa, batılı ülkelerin aleyhine ne gibi sonuçlar doğuracağı da ortadadır. AB ülkeleri, üretim ve ısınma amaçlı kullanmak zorunda kaldığı petrol ve doğal gaz kullanımında adeta özellikle Rusya’ya mahkum durumdadır ve bu ülkenin İran yanı sıra, arka planda Çin ile çıkarları büyük oranda uyuşmaktadır. Bu realitenin tabi ki farkında olan ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkeler, söz konusu olası birlikteliği çeşitli nedenler ileri sürerek engellemeye çalışmaktadırlar. Rusya ve İran’a yönelik yaptırımlarla, Türkiye gibi emellerine ulaşması yolunda tehlikeli gördükleri ülkelere yönelik Suriye politikası ve terör politikaları, bunun en açık örneklerdir.
Büyük resim böyleyken, yani gelişmiş batılı ülkeleri kendi çıkarları söz konusu olduğunda, hiçbir değeri dikkate almayan tavırlarını sürdürürken, Türkiye’nin yukarıda dillendirilen bölgesel birliktelikte aktif bir rol üstlenebilmesi, %25 yıllık TÜFE, %12 işsizlik oranı, ithalata bağımlı ihracat, istikrarsız büyüme, bir türlü önlenemeyen cari açık yanında herkese zarar veren sığ siyasi mücadele ile mümkün değildir.
Soru: Kaynaklar tüm ülkeler için kıt mıdır? Neden?
Sözün Gözü: Kişiler ikiye ayrılır, insanlar ve adamlar olarak.