BÜROKRASİ DİRENİYOR, SİYASET TEHDİT ALTINDA
Üzülerek ifade etmeliyim ki Ak Parti iktidarı döneminde bürokrasi tam olarak ‘kayıt altına’ alınabilmiş değil. ‘Kayıt altı’ kavramını yandaşlık olarak değerlendirmiyorum. Onun ötesinde siyasi iktidarın politika ve tercihlerine uygun davranma anlamında kullanıyorum. Siyasi iktidar halktan aldığı görevi ve sorumluluğu gene halk adına yerine getiren makamdır.
İktidarlar değişebilir. Değişmeleri normaldir. Hem gücü kullanan aktörlerde hem de kullanılan yetkinin içeriğinde değişim olabilir. Halkın talepleri, ülkenin gerçekleri, uluslararası konjonktür ve yönetimin gerekleri iktidarı belli bir kombinasyonda yönlendirir.
Alınan kararlar her zaman popüler olmayabilir. Halkın belli bir kesimini belli bir süre mutlu etmeyebilir. Ama bazen bu türden kararlar alınması icap eder. Çözüm Süreci mesela, bu kategoride bir adımdır. Bugün herkesi mutlu etmiyor. Ama iktidarın ‘akan kanı durdurmak’ ve toplumun ‘uzun dönem menfaatlerini korumak’ adına almak zorunda olduğu bir karar.
Demokrasilerde siyasi iktidarda kim varsa ‘patron’ o’dur. Kararı o verir. Şu veya bu partiden olması fark etmez. O makamdakiler bizim desteklediğimiz kadrolar olabilecekleri gibi desteklemediğimiz de olabilirler. Meşru bir şekilde iktidara gelen siyasi kadrolar o dönemde karar verme hak ve sorumluluğunu yerine getirirler.
Bugünkü değerlendirmemizde bürokrasinin ‘iyi’ olmayan boyutuna bakacağız. İyi bürokrata ve bürokrasiye lafımız yok. Lafımız kötülere ve yanlışlara.
Bürokrasi siyasilerin aldığı politika kararlarını uygular. Siyasilere karar alma sürecinde lojistik destek de sağlayabilir. Bu, istenen bir şeydir. Ancak, siyasilerin rollerini devralmaya çalışmaları istenen bir şey değil. Roller ve sorumluluklar karışmamalıdır.
Yönetim ve bürokrasi akademik anlamda ilgi alanım. Otuz yıla yakın sürelik gözlemlerim gösteriyor ki bürokrasi normalde tek parti iktidarlarını pek sevmez. Hâkim bir siyasi mekanizma varsa bürokrasinin egemenlik alanı sınırlandırılır. Koalisyonlar daha çok işlerine gelir. Siyasi partiler, bakanlar ve hatta halk arasında ne kadar çok tartışma, kavga ve uçurum varsa bürokrasi o boşluklara o kadar fazla nüfuz edebilir.
Tek parti iktidarı halk açısından avantajlıdır; belli bir konuda muhatabını bilir; sorunu kiminle çözeceği konusunda kuşkusu bulunmaz.
Bürokrasi yakın tarihin kavgalı dönemlerini hep sevdi: 2003 Tezkere krizi ile başlayan dönem, 2007’nin Cumhuriyet mitingleri, darbe girişimleri, 367 meselesi, Ak Parti kapatma davası, Ergenekon davaları, Oslo Görüşmeleri ve 7 Şubat krizi, Gezi olayları, 17 ve 25 Aralık darbe girişimleri.
Kavga ve gürültü arasında ‘güç artırma’, karanlık odaklara ‘göz kırpma’, siyasilere karşı ‘bunlar da ileri gitmişlerdi canım’ türü efelenmeler ve gelmesi muhtemel karanlık mihraklara ‘selam’ çakmalar gözümüzden kaçmadı. ‘Aman belki gelirler’ diye darbecilere ve halk iradesine karşı duranlara el altından ‘mesaj göndermeyi’ de ihmal etmediler. Onlara ‘projeler’ verip, karşılıklı ‘yararlanma’ vaziyetlerine girdiler.
Bu tür bürokratlar belli bakanlıklarda daha yoğun. İsimlerini zikretmesem de bunları biliyorum. Cumhurbaşkanımızdan ve Başbakanımızdan talebim bunları onlar da ‘bilsin’, ‘not’ etsinler. Adım atmazlarsa, kendilerine karşı adım atılır. Beklentimiz yaklaşan seçimlerden sonrasına.
İçinden geçmekte olduğumuz dönem çok hassas. Paralelle mücadelenin henüz başındayız. Sadece sınırlı yerlere girilebildi. Bakanlıklar, üniversiteler, belediyeler, yargı, emniyet, TSK gibi kurumlara henüz daha ‘bakma’ fırsatı olmadı bile.
Bu bulanık havada ‘av’ peşinde olan kesim bir başka grup. Bakanlıklarda proje peşindeler.
Bunlar 28 Şubat zamanında darbecilere ‘kırmızı halı’ döşeyip, ‘sadakatlerini’ ifade ettiler. İnançlı insanları jurnallediler. Başörtülü öğrencileri okullardan attılar.
Ergenekoncu’larla kol kola gezip, darbe ‘ha oldu, ha olacak’ türünden rüyalar gördüler. ‘Darbe olursa rektör olurum’, ‘en kötü ihtimalle dekanlığım garanti’ derdine girdiler. Gözleri, kulakları haberlerde oldu. Her an ‘olacak’ diye beklediler.
12 Eylül 2010 referandumundan sonraysa ‘paralelci’liği seçtiler. ‘Güç şimdi onlarda’ diye düşündüler. ‘Cemaatin Konya imamı benim dostum’, ‘Onunla belli aralıklarla görüşüyoruz’, ‘Bana çok değer veriyor’, ‘Hizmet ne kadar da çok hizmet ediyor’ saçmalıklarını yayarak ‘paralele’ yaslandılar.
17 ve 25 Aralıkta biraz tereddüt geçirdiler. Kimin ‘galip’ geleceği belli oluncaya kadar, yani 30 Mart’a değin sessiz kaldılar. Ama 30 Mart akşamı ‘galip’ belli olunca çıktıkları televizyon kanalında ‘paralelcilere’ ‘verdiler, veriştiler’.
Gün ‘parsa toplama’ günü. Gün ‘Erdoğancı’ olma günü. Bugün en kısa cümlelerine, en fazla ‘paralel’ kelimesi sığdırma derdindeler.
İtiraf etmeliyim ki ‘başarılılar’. Bakanlıklardan yüzbinlerce lirayı bulan projeleri alıp, ceplerini doldurabiliyor, parsayı toplayabiliyorlar.
Bürokrasi de bunları seviyor. ‘İş’ veriyor, toplantılarına sürekli olarak davet ediyorlar. Ne yazık ki İçişleri Bakanlığı bu durumda. Bu bakanlıkta görev yapan birtakım bürokratlarla hangi ‘menfaat’ ilişkileri var anlamadım. Sürekli bu ‘bukalemunları’ koruyup, kolluyorlar.
Cumhurbaşkanımız duysun, Başbakanımız da duysun. Hesap sormazlarsa, bu kişiler yayılmaya devam eder. Bürokratlarla ‘al gülüm – ver gülüm’ durumları artar. Halk iradesi tecelli etmez.
Yetkililer ‘adım’ atar mı bilmiyorum.
Uyarması benden.
Problem toplumun, ama en büyük sıkıntıyı siyasiler çekiyor. 17 Aralıkta benim kapıma dayanmadılar. Bana, çocuğuma, aileme, yakınlarıma kast etmediler.
Ben de tehdit altındayım ama Cumhurbaşkanı veya Başbakan kadar değil. Karar makamında olanlar da onlar.