Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci Bu Yol Nereye Çıkar?

Bu Yol Nereye Çıkar?

Doğup büyüdüğüm bu şehre neden bu kadar yabancıyım, neden bu kadar uzağındayım ahşap eski kapıların? Çocukluğumu geçirdiğim şu sokak, yaralarıma şahit olan mahalle çeşmesi, uğruna dayak yediğim ceviz ağacı nereye çekip gittiler? Top koşturduğumuz Hamam Çıkmazı, kış gelsin, kar yağsın ve donsun diye beklediğimiz lise yokuşu aynı yerinde mi?

Kendimi hayat denen o kavganın içine attığımdan beri çeşmenin kuruduğunu, ağacın yerinden söküldüğünü, sokağa asfalt döküldüğünü fak edemedim… Hamam Çıkmazı artık çıkıyor mu, lise yokuşu yine kış mevsimini bekliyor mu? Oysa çeşmenin suyu kesilirken oradaydım, ceviz ağacını söken kepçeyi taşlayanların arasında ben de vardım, Hamam çıkmazına adını veren hamam yıkıldığında sahipleriyle birlikte ben de ağladım.  Tüm bunları yaşayıp neden şimdi bir yabancı gibi bu sokağın başında yapayalnızım?

İçimdeki garip çocuğu yanıma alıp adımlamaya başladım. Gençliğim takıldı peşime, orta yaşım ben de dedi, ihtiyarlığım inat etti. Hepsini bırakıp olduğu yerde yürüdüm öylesine.

Köşedeki bakkal bir avuç renkli şeker verdi, sarı leblebi ile doldurdu cebimi. “Bu yol nereye çıkar” diye sordum, cevap vermedi. Önce sarı şekerleri sonra mavileri en son kırmızı şekerleri yedim. Bitişiğinde idi manav, içimdeki çocuğun canı erik çekti, manav bunu fark etti. Gazete kağıdından külah yapıp tam yedi tane erik verdi. “Yol” dedim, başını öne eğdi.

Yolun karşısına geçtim oyuncakçı dükkanının önünde durup bekledim. Oyuncakçı çıktı “Bu yaşta oyuncak mı istersin” dedi “Ne varmış yaşımda” dedim “Ben hep yedisindeyim.” Bir çocuk gibi gülümsedi, bir kese misket verdi, karşıma geçti, misketlerle Beş Kuyu oynadık, her defasında bana yenildi. “Yoluna çıkanlar hem dost olacaktır hem düşman, misketlerine sahip ol” dedi.

Henüz beş on adım sonra mahallenin çocukları dikildi karşıma, misket oynadık, bir ben yendim bir onlar. Cebimdeki misketlere göz koydular. Yumruğumu sıktım, kalabalık oldular, korkmadım ama kavgaya sebep bulamadım. Bekçi geldi bir bana dedi iki de onlara söyledi, barıştırıp gitti.

Yorulmuştum, acıkmıştım, daha yolun yarısındaydım. Simitçiye uğradım, cebimdeki misketleri ona verdim “çocuklarım” dedi “biri kız biri oğlan, misketlere sevinirler hiç yoktan.” Gevrek bir simit verdi. Çaycı çağırdı, “simit kuru kuru gitmez” dedi, iki şekerli bir oralet verdi, dükkânın önüne oturdum, şekerin birini cebime koydum. Bu yol dedim çıkar mı bir yere, çaycı öfkelendi, simitçi gürledi.

Ben yürüdükçe yol uzuyor, dönüp bakınca köşedeki bakkal el sallıyor. Yürümeye devam ediyorum. Terk edilmiş bir dükkânın önünde duruyorum. Bir terzi olmalıydı burada, üzerimdeki ceketi diken terzi. Kapatıp gitti dediler, dönmez bir daha geri. Ceketimin yakasını kaldırdım, sarılıp iyice kapının önünden ayrıldım.

Çiçekçi bir demet papatya verdi, muhallebici bir külah dondurma. Bir amcaya yardım ettim, tutup bir mendil verdi. Dedim bilirse bu amca bilir “yol, nereye çıkar” dedim. “Yolu dert etme yürü sen gücün yettiğince” dedi. Çocukluğum anlamadı, gençliğim duymamış gibi yaptı, orta yaşım anlamaya çalıştı, ihtiyarlığım derin bir nefes aldı.

Caminin şadırvanından iki yudum su içtim. Dönüp geldiğim yola baktım, şimdi geldiğim yerin mesafesini bulamadım. Önümden geçen cenazenin arkasına takıldım. Garip miydi ölen, yoksa azılı bir suçlu mu, günahı mı çoktu? Üç beş kişi arkasında, herkes dalgın biri var ağlıyor saklıca; siyahlar içinde bir kadın…

Yürüdüm, hep üzerinde olup da nereye çıktığını bilmediğim bu yol gelip dayandı bir mezarlığa. Girdim, bekliyor ölüyü mezar, hafiften bir yağmur başlıyor. Gelip duruyorum bir kabir başında doğum yetmiş dört ölüm seksen birmiş, yolu bittiğinde henüz yedisindeymiş. Üç İhlas bir Fatiha düştü dilime ve sormadım bir daha hiç kimseye; bu yol nereye çıkar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi