Bu Bir Ölüm Yazısıdır
Bir ilkbahar sabahıydı. Güneş, pırıl pırıl altın ışıklarını yeryüzüne yolluyordu. Bu ışınları gören kozalardan tül inceliğinde bembeyaz kanatlı bir kelebek çıktı. Birden kendini bir bahçenin çiçekleri arasında buldu, önce keşif uçuşuna çıkıp bahçeyi dolaştı, sonra dinlenmek için kırmızı bir güle kondu. Önündeki doyasıya yeşilliği seyrederken, kanatlarını dikleyip birleştirmişti…
Dinlenmişti. Şimdi gezinme vaktiydi, ağaçlara uçtu, çiçeklere kondu. Herkes onun bu çoşan yüreğine imrenirken, güneş battığında bir garip his kapladı dört bir yanını. Sadece bir günlük olan ömrü bitmişti. Son kez etrafına baktı, batan güneşe daldı sessizce ve bir daha hiç uyanmadı…Kelebeklerin ismi olmaz ama bu kelebeğin adı vardı: Hacer. İsmi başını her iki tarafa neşeyle sallayarak denizlerde koşan Yunusların şarkılarında, mutlu bir Arının kanat vızıltılarında, Kuğuların şiirlerinde şimdi! Bu benim tatlı kelebeğimdi. Bir kelebeğin ömrü kadar yaşadı. O güneşe biraz yaklaşmış, aydınlığını görmüştü, bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş, biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuştu. Onun yaklaştığı ateş, aşktı. Sevdanın gönüllü yanma olduğunu, ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememişti; Çünkü o kaybolmuştu ateş içinde ve bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirdi!…O bana hep gülmeyi öğretti ama ben gülmeyi öğrenemedim. O musalla üzerinde iken bile bize gençliği ve güzelliği ile sessizce bir nasihat veriyordu, yaşarken, gülerken, ağlarken hep ölümü hatırlayın.
Taze süt kokusunda kaldı anılarımız! Aşkım! ne zaman dağlar sahili, mehtap geceyi, dünya dönmeyi unutursa, bende seni o zaman unutacağım...Araya koskoca yıllar girse de kalbim sende kalacak, ki ben sana kocaman bir can verdim sen bana sevgi, dürüstlük verdin ben seni nasıl unuturum ki sen bana bir can bir sevgi verdin..
Gazeteme ve okuyucuya olan derin saygımdan bu yazıyı yazıyorum. Titreyen ellerimle son kuvvetimi bu yazıyı yazarken harcıyorum. İki gün evvel kar tanesi saflığında, berrak ve temiz eşimi kaybettim. Dün Fena Aleminden Beka Alemine yolcu ettik. Dün gece iki rahmet meleği onu Firdevs Cennetine götürdü. O artık Allah’ın misafiridir. O artık Hz. Meryem, Hz. Hatice,
Hz. Ayşe, Hz. Fatma’nın arkadaşıdır.
Onu dünyadaki son, ahretteki ilk durağı kabre bırakırken aslında ben ‘’öldüğümü’’ anladım.
Evde annesinin hastaneden sağlıkla dönmesini sevinçle bekleyen canpare oğluma sarıldığımda göz pınarlarımdan dereler gibi çağıl çağıl akan yaşlar aslında sadece oğlumun değil benim de öksüz kaldığımın habercisi idi. Ben artık 12 yaşındaki Taha’nın hem annesi hem babasıyım. Ben artık yarım bir insanım ve asla tam olmayacağım. Yaşadıkça, hep sol yanım eksik kalacak. Rıhtımda uzaklaşan gemiyi, elinde kuru bir çiçek dalı ile ümitsizce bekleyen bir yolcu gibiyim! Tek tesellim Cennet’te tekrar evleneceğiz. Dudağımızda bir kiraz tadında yarım kalan o ekşi mutluluğu Cennet’te sonsuz yaşayacağız. Ben onu gerçekten çok sevdim, ben ondan çok razıyım, Allah da ondan razı olsun. Dilde söylenecek söz, kalemde yazacak mürekkep kalmadı. Ay her gün dilsiz terliklerle göğün balkonlarına çıktığında, biz dünyayı seyre dalıp her gece onunla yıldız toplamaya çıkacağız…
Uzun süredir bu gazetede, bu köşede sizlere sesleniyorum. Bir aciz ve fakir kardeşiniz olarak sizden, tüm okuyucularımdan eşime bir Fatiha istiyorum. Dua buyurun inşaallah. Dua buyurun efendim.
Mevsimler gelip geçecek, yazlar, kışlar gelecek, ama o bir daha gelmeyecek…