Ömer Kocabaş
Ömer Kocabaş Boşanıp gelişiyoruz(!)

Boşanıp gelişiyoruz(!)

Son dönemde toplumsal hayatımızda sonuçları aleyhimize olan verilerle karşılaşıyoruz. Evlilik oranları her geçen yıl düşerken, boşanma oranlarında istikrarlı bir artış var(!) Bu duruma üzülmemiz gerekirken, aslında olayın öyle olmadığını, bunun gelişmişliğimizin bir göstergesi, sonucu olarak da ele alınabileceğini söyleyenlere ise diyecek bir lafımız yok…

“Gelişmiş batı ülkelerinin” çektikleri sancıları bizim daha gelişmekte olduğumuz bir süreçte çekmemiz ilginç. Hele bir de bize dayatılmaya çalışılan doğrultuda gelişirsek vay halimize… Küreselleşmenin iyi yanları yerine nerede kötü bir tarafı varsa gündelik hayatımıza soktuk. Sosyal medya, aldatmanın, çarpık ilişkilerin normal gibi gösterildiği yerli dizilerimiz sayesinde artık her şey çok doğal geliyor. Bundan daha beteri olmaz dediğimiz bir noktada çok geçmeden daha beteriyle de yüzleşiyoruz.

İnsanların sürekli gözlerinin içine sokulmaya çalışılan figürlere bakarsak, kızlarımız için zengin bir kocadan çocuk yapıp, ardından boşanarak ömür boyu rahat bir hayat sürmek neredeyse bir kariyer olarak öne sürülüyor. Öyle yıllarca okul oku, sonra bir işe gir, bir yandan iş, bir yandan çocuklarla ilgilen, koca dırdırı çek. Ya da hiç okumadan, hayal kurmadan küçük yaşta bir evlilik yapıp, 50-60 yıl aynı kocaya katlan. Bunlara ne gerek var(!) Şeyma Subaşı vb. kızlarımızın önünde o kadar çok kariyer örneği var ki… Erkeklerimizi de masum gibi göstermeyelim. Artık deyimleşmiş bir ifadeyle söylersek erkek parayı bulunca ya arabasını değiştiriyor ya da karısını. Ali Ağaoğlu vb. de en önemli rol modellerimiz. İllâki herkes tarafından bilinen örneklere gerek yok. Niyetini bozan herkes kendi çapında bu işlere kalkışabiliyor, çoğu zamanda adı macera oluyor. Böyle yaşamların olduğu bir yerde toplumun çivisinin çıkması da gayet doğal.

Bu tarz sıkıntılar karşısında bizi maneviyattan başka bir şey kurtaramaz. Lakin gündelik hayatın debdebesi içerisinde maneviyata vakit yok ki. Çoğu insan belki de maneviyatımızın ilk adımı olarak niteleyebileceğimiz beş vakit namaz noktasında bile sıkıntı yaşıyor. Artık içinde Allah korkusu olsun yeter noktasına doğru gidiyoruz. Bu nasıl bir Allah korkusuysa hem korkuyoruz hem de dediklerini yapmıyoruz… İşte bizim büyük çelişkimiz bu. Hiçbir ibadet yapmayıp, belli başlı günahları günlük rutin haline getirip, ama benim kalbim temiz diyenlerle ilgili yorum yapmayı bırakalı da çok oldu.

Bu evlilik boşanma meselesi gündeme geldiği zaman direk kadının iş yaşamına girip, ekonomik özgürlüğünü ele alması, erkek egemen toplum yapısından uzaklaşmak istemesi tarzı artık geyik muhabbetine dönen feminizm jargonu da sıktı. Özellikle Türkiye’de kadınlara en büyük zararı feministler verdi dersek yeridir. Çünkü feministler kadın-erkek eşitliğini savunmayı bırakalı çok oldu. Olay kadınların üstünlüğüne, erkeklerin ise sadece insan soyunun devam etme noktasındaki görevlerini yerine getirip, kenara çekilmelerine getirildi. 8 Mart Kadınlar Günü’nde yapılan etkinlikler her yıl bunu gözlerimizin önüne seriyor. Bu yıl ülkemizde yapılan yürüyüşte açılan pankartlara bir bakın ne demek istediğimi anlarsınız. Yok, ezan mı ıslıklandı, ıslıkların üzerine mi ezan okundu? Tartışmasına da girmeyeceğim. Çünkü ikna olacak bir kitle yok, olay sadece siyaset üzerinden ele alınıyor. Diyebileceğimiz tek şey herkesin niyetini Allah biliyor. O yürüyüşe katılanlarında açtıkları pankartlardan da görüldüğü gibi özgürlük anlayışlarının sınırı yok…

Toplumsal hayatı sadece rutin gündem ve siyaset üzerinden ele almaya devam edersek bu sıkıntıların daha da artacağı ortada. Çözüm şart ama ilk önce nereden başlayacağımız bulmamız gerekiyor. Boşanmayı özendiren yasaları tekrar düzenlersek hiç olmazsa çıkar uğruna yapılacak evliliklerin önüne geçmiş oluruz. Bu ilk adımın ardından sonrasını bir şekilde toparlayabiliriz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Kocabaş Arşivi