BİR HIRİSTİYAN ALMAN TERÖRİST OLAMAZ!
Geçtiğimiz hafta bir Alman uçağının Fransa Alp’lerinde düşmesi üzerine yapılan tartışmalar ve üretilen yorumlar öncelikle Avrupalıların ve ama genelde herkesin kafasını iyiden iyiye karıştırdı. Kamuoyuna önce çelişkili haberler verildi. Marsilya Cumhuriyet Savcısının açıklamalarından öğrendik ki yardımcı pilot uçağı kasten düşürmüş. Kaptan pilotun kokpitte olmadığı bir anda uçağı resmen yere çakmış. Sonuçta 150 kişinin hayatına kastetmiş.
Kara Kutunun çözülmesinden anlıyoruz ki pilot, yardımcı pilot ve yolcular epeyce didişmişler. ‘Kolay ve sorunsuz’ olmamış uçağın düşürülmesi. Ama 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra getirilen kokpit kilit düzeneği, uçağın sonunu hazırlamış. ‘Güvenlik’ amaçlı kilit, trajik şekilde uçaktakilerin canına mal olmuş.
İlgilendiğimiz şey uçağın içinde olup, bitenlerden ziyade olayın akabinde medyaya yansıyan bilgiler. Olayın vuku buluş şeklinin Fransız makamlarınca duyurulmasından sonra Alman polisi alelacele 28 yaşındaki yardımcı pilotun evini basıp, olayla ilgili bilgi toplamaya başlıyor. Buraya kadar her şey normal.
Ama Alman yetkili makamları ve basını olayın sadece belli bir boyutu üzerine yoğunlaşıyorlar: ‘Bir Alman terörist olamaz’; ‘Alman havayolu şirketi gerekli uçağın güvenliğiyle ilgili dikkat ve özeni mutlaka göstermiştir’. Hassasiyet gösterdikleri alan Alman menfaatlerinin sonuna kadar korunması! Sadece Alman değil, genel anlamda Hristiyan Batılı çıkarları da ‘gözetiliyor’.
Yardımcı pilot, alelacele, psikolojik olarak rahatsız ilan ediliyor. Kendisine birkaç yıl önce verilen psikiyatri raporlarını sakladığından bahisle, uçak düşürme vakasını aslında ‘ruhsal durumu bozuk birinin bir eylemi’ olarak açıklıyorlar. Olay bu ya, polis evde yaptığı aramada ‘parça parça yırtılmış bir raporu’ çöpte buluyor; parçaları birleştiriyor; pilotun psikolojisinin bozuk olduğunu aynı gün açıklıyor.
Yardımcı pilot o kadar geri zekâlı, yani. Aylarca önce kendisine verilen raporu o gün yırtıp, çöpe atacak. Öyle olmuş olsa, bir mektup bırakıp, eyleminin etkisini yaygınlaştırabilir(di). Belki de var, ama saklıyorlar!
‘Normal bir Alman hiçbir zaman böyle bir eylem yapmaz’ demeye getiriyorlar. Terör, öldürme Almanlara ve Hristiyanlara ait bir şey değil. O başka coğrafyaların, ülkelerin ve milletlerin bir hasleti. İkinci Dünya Savaşı boyunca bu millet değil milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet veren; bunlar değil Türkleri, yabancıları, masum insanları diri diri yakanlar.
Aynı hikâyeyi yakın zamanlarda Norveç’te de yaşamıştık. 2011 yılı Temmuz ayında Anders Breivik adlı 32 yaşında ırkçı ve aşırı dinci, Hristiyan bir genç, polis kıyafeti giyerek yüz civarında Norveçliyi öldürüyor. Tamamen profesyonel bir biçimde planladığı katliamı adım adım uygulayarak, cinayetler, bomba düzenekleri ve başkaca planlı faaliyetleriyle Norveç’i kana buluyor.
Aşırı dinci Hristiyan katil Breivik, duruşmalar boyunca akıl sağlığının yerinde olduğunu söylemesine rağmen, Norveçliler onun ‘psikolojisinin bozuk’ olduğunu söyleyerek, ceza-i ehliyetinin bulunmadığından bahisle tedavi görmesi karşılığında mahkemeyi nihayetlendiriyorlar.
İki olay Batının iki yüzünü, iki yaklaşımını ve ikircikli tutumunu ortaya koyuyor. Bir Avrupalı, Hristiyan hiçbir zaman terörist olamaz! Olduğu herhangi bir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde açıkça ortada olan durumlarda bile mutlaka bir ‘açıklaması’ vardır. Terör eylemleri mümkünse bir Müslümana veya en kötü ihtimalle Avrupalı ve Hristiyan olmayan biri(leri)ne, yıkılmalıdır, eğer mümkün olmazsa herkesi ‘mutlu edecek’ bir açıklama mutlaka bulunabilir.
‘Akıl ve ruh sağlığı bulunmayan’ bir şahsın eylemlerinin, velev ki Hristiyan ve Avrupalı bile olsa, Almanlara ve Norveçlilere bir yük getirmeyeceğini düşünüyorlar. Terör, katliam, cinayet türü vahşiliklerle Avrupalı ve Hristiyanları bir araya getirmek, aynı cümlede zikretmek istemiyorlar. Bu hem onlara uzunca süredir var olduğuna inandırmaya çalıştıkları temel ilkeler konusunda kendi kamuoylarının ‘aklının çelinmesine’ neden olabilir hem de insanların içlerinde sakladıkları ‘Haçlı ruhunun’ ülke içinde ve dışında hortlamasına.
Avrupalı, Hristiyan tipolojisine dayan, uzunca süredir ‘oluşturmaya’ çalıştıkları ‘teorinin’ bozulmasını içlerine sindiremiyorlar. Ortaçağ Skolastik Engizisyon zihniyetinin kendi toplumlarında ve Hristiyanlar arasında tekrar taraftar bulmasına tahammülleri yok. Terörü ve cinayetleri yaklaşık 100 – 150 yıldır Müslümanlara ‘devretmişler’.
Oysa, insan her yerde insan. Hele ahiret inancı sorunlu olan ve hak ve adalet terazisine objektif bakamayan Avrupalı için insan, eğer Hıristiyan ve Avrupalı ise bir değer ifade eder.
Zikrettiğimiz iki olay Ocak ayında Paris’te Charlie dergisine yapılan saldırıdan daha az vahim değiller. Paris’te en azından bir tahrik mevcuttu. İnanç değerlerimiz ayaklar altına alınmıştı. Ama Batı ona o muameleyi yaptı, bunlara da bu.
Batının bu tutumu karşısında asıl bakmamız gereken yer, ülkemiz ve insanımız. Biz bu olaylara nasıl yaklaşıyoruz? Medya olayları nasıl değerlendiriyor?
Üzülerek söylemeliyiz ki, Türkiye’de bir kısım medya olayı Batının istediği şekilde veriyor, onların ağzıyla naklediyorlar. Alman ortağı medya patronlarından başka ne beklersiniz.
Batı medyasında kullanılan ‘nefret’ söylemleri onların kamuoylarını yeterince kirletmiş. Müslüman, Türk, Arap türü nitelendirmeler, özellikle de son bir yıldır iyice ayyuka çıkan IŞİD negatif propagandaları onları kolayca ürkütebiliyor.
Duymaya şartlandıkları haberler, Avrupalıları korkutmaya yetiyor; doğruluğunu araştırma gereği duymuyorlar bile.
Biz bu konuda da duyarlı olmalıyız.
Kendi değer ve prensiplerimizi yaygınlaştırdıkça, önyargıların azaldığını göreceğiz.