Hakan Bahçeci
Hakan Bahçeci BİR ÇOCUK, BİR TABUT VE BİR BEN

BİR ÇOCUK, BİR TABUT VE BİR BEN

Nedir böyle hüznüme katık olan son sancı… Böyle cam kesiği gibi acıtan da ne… Kalbimi avucuna alan bu cendere kimin elinde? Yok, acıya şikâyetim olduğu için değil, hüzünle küs olduğum için hiç değil, hiç tanımamışım gibi köşe başıma kadar gelenin pervasızlığına veryansınım.

            En son bir cenazede ağlamıştım bu kadar; kimdi, kimindi, kimi kimsesi yok muydu bilmediğim biri için ağlamıştım. Ağlamakla meselem yok, gözyaşından yana zengin sayılırım, ama o cenazede neden bu kadar ağladım?

            Bir iki ihtiyar vardı cenazesinde mevtanın, köşede ağlayan bir çocuk, elinden eğreti halde tutmuş bir adam… İmam efendi “hatun kişi niyetine” deyince anladım, bir kadın, teneşir tahtasında, tabutun başında al yazma, “her nefis ölümü tadacaktır” ayeti karşıda daha ilk kez nazil oluyormuşçasına…

            Üç kişi vardı bir de ben durdum safa, unuttum ne okuyacağımı, nasıl gelirdi aklıma, çocuk bakarken çakır gözleriyle bana. Bakma bana öyle, yakma yüreğimi, bilmediğim hikâyesinin bana neden bu kadar dokunduğunu ancak çocuk söyleyebilir. Lakin çocuk da ağlamaklı, tükenmiş gözyaşı… Eli titriyor çocuğun, tuttuğu el titremiyor oysa. Çocuk dönüp bakmıyor bile, zorla mı tutuyor o eli.

            O cenazede ben ancak besmele çekebildim, defalarca besmele… Yanımda bir Hacı amca, okudu uzun uzun, dudakları kıpırdadı, duydum kunuttu okuduğu, sakin ve derin, içten ve anlamlı bir duruşu vardı amcanın, sanki hemen sıra kendisininmiş gibi…

            İmam selam verdi, etraf sessizdi, kim omuz atacak şimdi tabuta? Kaç kişiyiz şunun şurasında. Çocuk ağlamaya devam etti, yıkılmış bir komutan edasıyla değil, tahtına veda eden bir padişah mahzunluğuyla değil, alnının terini silen bir demirci edasıyla değil, kaybetmiş ve yalnız kalmış bir çocuk gibiydi, gibisi fazla biliyorum, işte o çocuk vurdu yüreğimi…

            Ben durdum, mekân durdu, çocuk durdu üçümüz de durduk vakti durmadığını biliyor olmama rağmen durduğum yerde ben çocukla başladım gözyaşı dökmeye hemen. Çocuk ağladı, ben ağladım, olmadı bulutlar ağladı. Hiç konuşmadı çocuk, geldi yanıma, yine baktı gözlerime, içli ve derin, dili sustu, gözleri susmadı. Soramadım bile; “kimdi, neyindi giden?” diye. Gözlerinde okudum o dertli, kederli ve hazin hikâyeyi.

            Yüklendiler tabutu, adam çoktan bırakmıştı çocuğu, çocuk benim yanımda, “neden ben” demeden sarıldı ayaklarıma. Omuz veremedim tabuta, çocuk verdi bana omzunu. Yürüdük sonra, adamın yüzü kireç gibiydi. Sert miydi mizacı ben mi öyle sandım bilmiyorum. Lakin ellerindeki ve yüzündeki derin çizgiler, yıllar mı geçmiş üzerinden yoksa bir hayat mı? Adımları net, bakışları keskin, sabit bir noktaya bakıyor ve sadece yürüyor. Omzunda bir tabut yokmuş gibi ve hatta kendini taşıyormuş gibi yürüyor.

            Ne saklı ah yüreğim, bu çocuğun bu adamın ve bu kadının öyküsünde. Ne çabuk bitmiş mi demeli, kurtulmuş gitmiş mi?

            Evet, ben ağladım o cenazede, mezarlığa girmedim, giremedim. Çocuğun elini nasıl bıraktım bilemedim… Kapısında mezarlığın, çocuğun bana bakarak “sen de mi?” deyişini inan silemedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hakan Bahçeci Arşivi