Bi Gidin Artık!
Kim kime talip, kim kimin eski taliplisi, kim neden döker en mahrem hallerini? Locanızda birbirine talip olmayan kaldı mı sahi? Bir hafta tanıyalım diğer hafta oynayalım öteki hafta ayrılalım, son hafta ağlayalım… Yapmayın, yetmez mi sizce de?
Size söylüyorum, evlendirmek, yuva kurdurmak iddiasında olup ekranlara düşen yapımcılar, sunucular, oyuncular… Ne yani, bunların hiçbiri oyun değil mi diyorsunuz? Evet oyun değil, hiçbir hayat oyun değildir… Garip, dramatik ve acı olan bu değil mi? Gerçek hayatları sahte birer kimliğe dönüştürüp arena gibi reyting canavarının önüne atmak daha nedir?
Taliplerini bekleyenleri bir araya getirip ışıltılı, eğlenceli, müzikli birer odada onları gösterip izletiyorsunuz. Haydi buna sergilemek demeyeyim… Paravanın arkasına geçip gelen kişiye sorular sorduktan sonra açılan paravanla birlikte başlayan şey nerede ve nasıl bitiyor? Sahi bir yıl boyunca kaç çift evlendi sizin programınızda?
Her programın bir uç karakteri var, onun görüntüsünü, zayıf yönünü, hayatının en mahrem yerlerini ortaya döktükçe döküyorsunuz. Müzik çalıp eller havada oynatıyorsunuz, yeri gelince geçmişinden bahis açıp ağlatıyorsunuz. Gelen talipleriyle ilişkisini herkesin gözü önünde iğdiş edip irdeliyorsunuz. Gülüşürken ağlamaları için ayrılırken bir araya gelmeleri için yana yakıla dil döküyorsunuz.
Locanızda bekleyip bir hafta birine diğer hafta ötekine talip olan sonra da her ikisi ile de “olumsuz” karar veren o siluet var ya işte o sizin günahınız. Dönüp dolaşıp locada herkes herkesle tanışıp bir şeyler yapıyorlar buna da “yaşanmışlık” diyorlar. Önceki bayan sonrakini, sonraki adam öncekini kıskanıyor gibi görünüyor, bağırışlar, çağırışlar hakaretler, ağlayışlar… Sonra yine gidip locadaki yerlerine oturuyorlar. Hiç mi gurur, onur yok, çekip gitsene madem…
Sunuculara ne diyeceğiz peki? Arada dolaşıp tüm kavgaları, saldırıları ve hakaretleri izleyip bundan şikâyet eder gibi görünüyorsunuz. Ağza alınmayacak lafları “bip” yapıp kapatıyorsunuz. Sahi, haydi ekranları başında bizler duymadık diyelim sizler duymuyor musunuz? Locadaki oyuncularınız pardon “misafirleriniz” ağlarken de mutlusunuz siz, gülerken de. Söylesenize daha iki dakika önce stüdyoda gözyaşı sel olmuşken birden nasıl göbek atmaya başlıyor onca adam?
Kaç kişi evlenip gitti programınızdan? Aynı yüzler, aşina suratlar paravanın bu tarafında oturup kalkıyorlar. Kimler ayrılıyor programınızdan, silik ve kendini gösteremeyen, kavga edemeyen, bağırıp çağıramayan, bir onunla bir bununla birleşip ayrılamayan… Birleşmek… Kolay mı bu kadar? Gözü önünde dün el ele tutuştuğu birini yanında oturan biriyle yarın el ele görmeye nasıl ve neden katlanıyorsunuz güya hoşlandığınız birini?
“Kim kimi kullanıyor” diye sormuştuk ya… Televizyon mu kullanıp atıyor bu siluetleri, gelenler mi basamak olarak görüyor bu arenayı? Israrla oyun olmadığını söyleyip duruyorsunuz. Eğer oyun, kurgu, mizansen değilse bunlar çok daha fena, çok daha acı değil mi? Gerçekten bu insanlar günlerce birbirleriyle ciddi olarak eş mi arıyorlar kendilerine?
Evlenip gitse, programı terk etse locadakilerden biri, hele bin bir zahmetle getirilmiş malum biriyse ne olur haliniz ey sunucu? Korkuyorsunuz. Elinizdeki bu hazineyi kaybetmekten, evlendirmek için değil, bu işin yaygarası için tutuyorsunuz “gerçek” hayatları.
Bir gidin artık, bırakın şu insanları, bırakın dönsünler bu heyula dünyadan gerçek olana. Ve siz taliplerini beklerken kök salıp koltuğa yapışanlar, sizi kâh el çırpıp oynatanları, kâh damarınıza basıp ağlatanları neden bu kadar bahtiyar ediyorsunuz?