Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal BATAKLIĞIN KAYNAĞI AB(D)

BATAKLIĞIN KAYNAĞI AB(D)

          Ülkemizde Ramazan Bayramı nedeniyle iki resmi gün kapalı olmasına rağmen, küresel arenada iktisadi, siyasi ve sosyal gelişmeler tüm hızıyla sürmektedir. Özellikle 2017 yılının başından beri dünya, ABD, AB’nin (Almanya, İngiltere) çıkarlarını maksimize etme adına uygulamaya koydukları siyasi kararlar sonucu ortaya çıkan sorunlar yumağı içinde dönmeye devam etmektedir. Yaklaşık son bir yıllık gelişmelere bakıldığında, ne ABD ve AB’nin salt çıkarlarından vazgeçeceği nede dünyanın iktisadi, siyasi ve sosyal çalkantılardan kurtulacağı uzak bir olasılık olarak ortada durmaktadır. Dünya üzerindeki tüm olaylar gelişmiş birkaç batı ülkesinin, diğer geri kalan ülkelerin geleceklerini belirlemek için, kendi aralarında organize ettikleri satranç oyunu olarak görülmektedir. Savaş ve kaos ortamının sürüp sürmemesi, söz konusu birkaç gelişmiş ülkenin çıkarlarına göre dünyanın dizayn edilip edilmemesinde başarılı olup olmamalarıyla bire bir bağlıdır. Her iki durumun da artıları ve eksileri var. ABD ve AB’nin başarılı olması demek, ilgili ülkenin bünyesinde barındırdığı kaynakları elde ettikleri, iç ettikleri, çöktükleri anlamına gelmektedir. Şayet tersi olur da gelişme yolunda ve geri kalmış ülkeler sahip olduğu zenginlikleri koruma, kaptırmamak için mücadele etmeye kalkışırsa, gelişmekte ve geri kalmış ancak petrol, doğal gaz ve diğer emtia ürünleri bakımından yeraltı zenginliklerine sahip ülkelerin demokrasi, insan hakları, özgürlüklerin kısıtlanması yada  duruma göre örneğin dini, etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşınarak kaos ortamı meydana getirilip, global ölçekte tekel oldukları yazılı ve görsel basını da kullanmak suretiyle öyle veya böyle belli bir süre sonra ele geçirmektedirler.

          Suriye merkezli olmak üzere Orta Doğu ülkelerinin tamamın şu an içinde bulunduğu, yüz binlerce masum insanın yaşadığı koşullar, tam da bu nedenledir. Coğrafi yakınlıktan dolayı olayların jeo-politik sonuçları da, ister istemez ülkemizi yakından ilgilendirmekte ve başta ekonomi olmak üzere siyasi istikrarı olumsuz yönde etkilemektedir. Yapısal sorunlarını çözemeyen, istikrarlı ve sürdürülebilir büyümeyi uzun vadede sağlayamayan, reel üretimi ekonomisinin tamamında hakim duruma getiremeyen Türkiye bağlamında diğer gelişmekte ve geri kalmış ülkelerin, bir de AB ve ABD tarafından kasıtlı olarak köpürtülen sorunlarla boğuşmak zorunda bırakılmaları, küresel ekonominin durgunluğa neden yakalandığının da açıkça cevabı niteliğindedir.  Burada esas üzerinde durulması gereken ve hayret edilmesi gereken nokta, ABD ve AB ülkelerinin kısa vadeli çıkarlar peşinde koşarken, yol açtıkları çatışma, terör ve kaos ortamının yansımalarının gelişmekte ve geri kalmış ülkelerin istikrarlı ve sürdürülebilir düzeydeki potansiyel kalkınma hızlarına ulaşamamaları, hatta bumerang misali gibi sonuçta gelişmiş ülkelerin ve daha geniş açıdan bakıldığında Kuveyt, Irak, Sudan, Yemen, Libya, Mısır’daki yada yakın zamanımızda ise Kuzey Irak ve Suriye’deki olayların küresel büyümenin yavaşlaması sonucu doğuracağını halâ, neden anlayamadıklarıdır. Küreselleşme denilen olgunun tüm ülkeleri ekonomik, siyasi, sosyo-kültürel olmak üzere hemen her alanda kapsayıp ahtapotun kolları gibi birbirine kenetlediği, iletişim ve bilişim sektörünün gelişimine paralel olarak olayların ülkeler arasında hızla yayılıp birbirini etkilediği de düşünüldüğünde, gidilen yolun yanlış olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. ABD ve AB ülkeleri, dünyayı kısa vadeli çıkarları uğruna ateş topu haline getiren yanlış politikalardan dönmedikçe, gelir dağılımındaki adaletsizlikler, istihdam oranının düşüklüğü, beklenmedik anda ortaya çıkan konjonktürel dalgalar, ekonomik krizler ve sosyal patlamalar yanı sıra savaşlar, etnik ve mezhep çatışmaları, uluslararası boyuta gelmeleri sağlanan terör örgütlerinin eylemlerinin son bulmayacağı açıkça görülürken, dünyanın hiçbir konuda istikrara kavuşmasının olanağı yoktur. Bu yanlış ama defacto durum geçerliyken, ülkelerin tek başlarına alıp uygulamaya koyduğu ekonomi ve sosyal politikalarının başarılı sonuçlar vermesi mümkün değildir. Ülkeler kaos, terör ve çatışma ortamının sıcak nefesini enselerinde hissettiğinden, yapılan doğrudan yerli ve yabancı sabit yatırım oranının düşük olması, bireylerin tasarruf fazlalarını üretime yönelecek şekilde ekonomiye aktarmayıp yastık altında (iddihar) saklaması, inşaat, konut, arsa, altın, döviz gibi kısa dönemde spekülatif yüksek kazanç sağlayacak enstrümanlarda değerlendirmesi ve en önemlisi FED, ECB ile ülkelerin merkez bankalarının parasal politikalarla hükümetlerin maliye politikası uygulamalarının başarısız sonuçlar vermesinin önüne geçilemediğinden, dünyadaki iki yüz civarındaki ülkenin de başı dertten kurtulamayacaktır, ta ki ortak akıl küresel ölçekte hakim oluncaya kadar.   

                                     

          Soru: Dış ticaret hacminin büyük olması ekonomiler için her zaman iyiye işaret midir? Neden? 

          Sözün Gözü: Kökü haram olan kazancın hayrı olmaz.      

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi