İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Başka cumartesi

Başka cumartesi

 

 

Cumartesi. Beş yıldır Ankara’dayım ve ilk kez O.D.T.’nün bahçesine teşrif etmekteyim. Bahçe mi dedim? Anadolu’daki birçok ilçeden büyük bir alan. Yüzler değil binlerce araba. Asfalt yollar. Çevre düzenlemesi müthiş. Yanımdaki arkadaş heyecanla “Bak bak türbanlı kız!” diyor. Ben gösterilen yöne değil arkadaşa bakıyorum pis pis. Durduruyorum arabayı. Türbanlı kız denilen boneli elli yaşlarında bir kadın. Yavaş yavaş yürüyor ve hasta bir hali var. Selam veriyor ve gideceğiniz yere getirelim efendim diyorum. Atatürk Hastanesine bırakıyoruz “türbanlı kız”ı ve duasını alıyoruz. Arkadaş hala türbandan, devletten, rejimden, bilmem nelerden dem vuruyor.
Pazar gecesi. Cep telefonum bütün gün kapalıydı. Küskündüm. Ses duymak, aranmak, çağrılmak istemiyordum. Korka korka açtım ve merhametli bir mesaj gelsin diye bekledim. Kimse yazmamıştı. Yaşarım beş kez aramış. Aradım. Bana tavsiyesi; kalbini söktür! dedi.
Korkağın tekiyim. Korktukça ve içten içe yenildikçe kitaplara sığındığımı fark ettim. İşin kötüsü seçici de değilim. Bu, kadim bir sarhoşun ne bulursa içmesine benziyor. Şarap bulursa şarap bulamazsa ispirto! Allah’tan elimde okunacak beş yüz kitabım var. Yani üç-dört yıl ispirto ve şarap aramam. Sonrası Allah kerim.
Övüyorsun “Yok diyor ben o kadar iyi biri değilim.” Aradan zaman geçiyor, bir olayda eleştirmek durumunda kalıyorsun, tutuyor, “Ben o kadar kötü biri miyim?” diyor. Gel de çık işin içinden.
Bir toplantıda bir Bektaşi, toplantıda olmayan birini övüp göklere çıkarmış. Dinleyenlerden biri: “Baba erenler, demiş, sen o adamı övüp göklere çıkardın. Onun hakkında iyi şeyler söyledin. Ama o, senin aleyhinde dediğini bırakmıyor. Baba cevap vermiş: “İhtimal ki ikimizde yanılıyoruz evlat!”
Tuzağa düşmüş bir kurdun hiddeti, tuzağın verdiği acıdan şiddetlidir. Konuşabilseydim ve belki yazabilseydim rahatlayacaktım. Konuşamadım. Yazmak mı, böyle yoğun bir acıyla ne yazabilirim ki?
Yatmakla sevmenin ayrımı yapılmıyor. Sevgisiz ve kösnül yatmalara kimse ses çıkarmazken işin içine sevgi girdi mi sevgisiz yaşamaya ve yatmaya itiliyoruz durmadan.
“Hiçbir zaman kimseye kendi hikâyesini sorma; korkunç derecede acıklıdır, kendisi onu çabuk unutur ama sen bir daha hiç unutmazsın!”
Samurai’ler savaşa girdikleri zaman miğferlerinde veya kemerlerinin bir kıvrımı içinde, izah edilemeyecek kadar tatlı mısraların yazılı bulunduğu bir kâğıt taşırlardı:
“Ey evimin önündeki erik ağacı, ben geri dönmeyeceğim ama sen, baharda yine çiçek açmayı unutma!”
“O günden sonra, hiçbir kadın tarafından aldatılmadım. Daha açık bir deyişle, bir daha hiç yağmur altında birilerini beklemedim.”
Kadının yüreği, hiçbir zaman kapanmayan bir yaradır; ona dokunursan, bu dokunuş bir tüyle bile olsa, acısından bağırır.
Sevgilim, diye mırıldandım, uzak dağın kiraz ağacı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi