Basınımız buraya nasıl geldi?
Geçen hafta istikametimiz hakkında konuşalım dedik ama anlaşılan eğitim, kültür-sanat ve basın alanında istikametimizi çizmeden önce değerlendirme yapmaya devam etmemiz gerekecek. Geleceğimizin de çokta parlak olmadığı ortada. Basınımızın içine düştüğü durumdan devam edelim. Dijital teknolojiyi, internet gazeteciliğini yücelterek, basılı gazetelerimizi demode bulup, içeriğini günbegün çoraklaştırınca şimdiki seviyemize geldik.
Ne internet gazeteciliğinin hakkını verebiliyoruz, nede yazılı basının… Gazete ve TV’lerin internet sitelerini bir kenara bırakırsak işini düzgün yapan sadece internet haberciliğine odaklanan sanal basının yok denecek kadar az olduğu ortadadır. Birçoğu kopyala-yapıştırtır mantığında gecekondu tarzı haber siteleri.
Gazetecilik sözde dördüncü güç ama nedense yıllardır bu internet üzerinden telif meselesini bile çözemedik. Sinemacılar bile bastırınca bir haftada istedikleri yasayı çıkardı. Biz de ise muhabirinden anlı-şanlı en büyük gazetelerimizin yöneticisine kadar herkes şikâyetçi ama nedense siyasilerimize bastırıp, bir telif yasasını bile çıkaramıyoruz. E biz bizi umursamazsak kimsenin bizi hesaba almasını beklemeye de hakkımız yok. İşte bu vasat içerisinde geldiğimiz noktada ülkemizde artık günlük üç yüz bin satan gazetemiz yok. Halkın istediği türden muhalif haberciliği Sözcü gazetesi ve Fatih Portakal’a kendi elimizle teslim ettik. E onlarda haklı olarak halkı istedikleri gibi manipüle ediyorlar(!)
Bu sözde internet gazeteciliği bu şekilde devam ettiği sürece gerçek anlamda gazetecilik bitecektir. Bilgisayardan anlayan birkaç genç ve az çok haber düzetmesini bilen, (yazmasını demedik) bir kişiyle ajanslardan ve diğer gazetelerden haber tırtıklayıp, bir de askeri gazinolarda olduğu gibi aç aç mantığında başlık atınca gelsin tıklar… Bu yapılan şeye gazetecilik denmediği içinde herkeste ona göre muamele yapıyor. Başlıkla içeriğin aynı olmadığını gören okuyucu sövüyor. Reklam verende yazılı basına göre anca damla denilebilecek kadar bir ücretle reklam veriyor. Şikâyet etmeyelim çünkü hak ettiğimiz bu.
Günümüzde tiraj olarak yazılı basınımızın büyük bir kısmı bir kişinin elinde. O kişi aynı zamanda Türkiye’nin en önemli spor organizasyonu olan futbolunda federasyon başkanı. Sıkı durun aynı kişi eğer onaylanırsa futbol üzerine bahis oynatan iddianın da yeni sahibi olacak. Bununla ilgili sözde merkez basınımızda ne kadar haber gördük. İşte göremediğimizden bu hâle geldik ya… Demirören’in iddia ihalesini alıp alması bir yana ülkemizde eğer adam gibi bir gazetecilik yapılsaydı o ihaleye bile girmemesi gerekirdi. İhaleye girecek şirketler belli oldu mu Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı aynı zamanda futbol üzerine kumar oynatan bir şirketin nasıl sahibi olur diye birkaç haber yapılsaydı elbette işler başka olurdu. Eğer bu ihale onaylanırsa ülkemizde iyice yerin dibine gömülen futbolun artık cenaze namazını kılabiliriz.
Bu saatten sonra Demirören’in futbol üzerine aldığı hangi karara güvenebiliriz ki. Hafta içerisinde MHK Başkanı istifa etti. Millî takım teknik direktörü gönderildi. Demirören, aylardır alınması gereken bu kararlar tam da ihale haftasında alıp, acaba taraftara şirin görünerek cebini doldurmaya devam etmeyi mi amaçlıyor? Bilmiyoruz, çünkü olayı etraflıca yazan basınımız yok. Anlı şanlı basınımızın bir kısmı iddia ihalesi haberini sadece Demirören’in bu ihaleye girebilmek için yabancı ortağıyla kurduğu şirketin ismi üzerinden verdi. Şirket var patron belli değil(!) Olayın yasal, siyasi boyutu şöyleymiş, böyleymiş bizi ilgilendirmez. Eğer biz adam gibi gazetecilik yaparsak kimse gündüz gözüyle bu işlere tenezzül edemez. Yok, bu kafayla gidersek adam bir daha ki ihalede futbolun yayıncı kuruluşu da olur. Biz de baka kalırız.
Gün gelirde gerçek anlamda gazetecilik biterse bu kesinlikle internetin yüzünden falan olmayacaktır. Ancak bizim gereksiz oto sansürümüzden ve aman neme lazım diye olayları sorgulamayıp gazetecilik içgüdüsü yitirmemizden olacaktır. İlk önce bununla bir yüzleşelim, sonra çözüm bulması kolay olur.