Bana Göre mi Sana Göre mi?
Başlıkta sorduğumuz soruya ilkten cevap verelim de “lafı döndürüp dolaştırıp duruyorsun” diyenler zahmet çekmesinler? Sana göre bana göre yok kardeşim, hak olana göre var, adalete göre var, kimi zaman kabul edemesek de ona göre olan da var.
Konuşabilmenin nimetini duyabilenler anlar. Lakin her duyan konuşabilme nimetinin şükrünü eda edebiliyor mu acaba? Sadece konuşmak, sadece bildiğimizi söylemek ve sadece kabul görmek istiyoruz. Söylediklerimiz eleştiri görmesin, aklın, bilimin, vahyin süzgecinden geçmeden taltif edilsin arzusundan çıkamıyor, son sözün bizimle neticelenmesini hayal ediyoruz.
Dinlemeyi ne çabuk unuttuk, sözün namusunu, sözün söyleyeninden daha başka bir şey olduğunu nasıl da tez elden silip geçtik? Susmayı salık vermişlerdi atam elleri, sükûtu altınla ölçmüşlerdi, söze başlamak için bin yol düşün diyenler de bu topraklarda yaşadı. Susmak, ikna edilmeyi bekleyen boş bir zihnin işi değildir elbet. Susmak dinleyebilmenin kapısıdır. Susunca duyar insan çevresinde olan biteni, sesleri ayırt edebilmek için sessizliğe ihtiyacı vardır insanın.
Susmak dediğimiz vakıa madem dinleyip duyabilmenin kapısıdır, bu kapıyı aşındırmak gerek. Dinlemeden konuşmaya başlayanların kelimeleri cümleleri israf ettiği bir dünyanın sakinleri olmayı biz mi tercih ettik? İnsanların konuşa konuşa anlaştığını fark eden canlılar olarak, konuşmayı sadece “ben” penceresinden görmeyi nasıl becerebildik acaba?
Susmak dinlemek için bir yolsa ve konuşmak da insana verilen büyük nimetlerden biri ise konuşabilme imkân ve iznini dinlemekle birlikte yapmanın yollarını tekrar bulmalıyız sanırım. “bana göre” diye başlayan ne çok cümle duymuyor değilsiniz. Karşımızdakinin ne dediğine bakmak yerine onun cümlesine nasıl cevap yetiştirebilirim düşüncesiyle takip ediyoruz cümleleri.
Konuşanı, bulunduğu makamla, ait olduğunu düşündüğümüz bir grup ya da oluşumla, maddi durumu, siyasi tavrı, ırkı ve hatta cinsiyeti ile değerlendirip o şekilde dinleme makamına geçiyoruz. Söze değil söyleyene takılıp kalışımızdan naşi sözün tesiri zayıf düşüyor ve çekiliyor aramızdan.
Konuşanı, ona cevap verme cehdi ile dinliyor, sözünü dinlemek ve anlamaya çalışmak yerine, kendi sıramız geldiğinde nasıl cümlelerle nasıl alt edebilirim telaşına kapılıyoruz.
Konuşmalarımızın ikna etmek ya da ikna olunmamak üzere seyrettiği bir yola düştüğümüz şüphesine sadece ben kapılmış olamam değil mi? Bu soruya “bana göre” diyerek cevap vermenize bile ihtiyacımız olduğu muhakkak.
Karşılıklı konuşmaların en vahim şekli, dinliyormuş gibi görünüp aslında dinlemeyip kendi söyleyeceklerine odaklanmak, dolayısıyla “anlıyormuş gibi” yapmaktır kanımca. Oysa böyle bir tutum karşımızdakinden çok esasen kendi kaybımıza sebep oluyor çoğu zaman.
Bana göre de olsa sana göre de olsa eğer bir konuşma hakikat penceresine açılmıyorsa cümleler nakıs ve güdük kalacaktır. Bize göre olmasından ziyade biz kime göre ne dedik ve denilen bir hakikati, bir adaleti teslim etmiş midir, sualine cevap aramak zorundayız.
Korkarım “haklısın, sonuna kadar sözlerine katılıyorum” diyen birini duyduğumuz zaman kendimizden şüphe edeceğiz.