Ayasofya, Küfrün “Tek Millet” Olduğunu Bir Daha Gösterdi
Ayasofya’nın tekrar ibadete açılmasıyla hop oturup hop kalkanlar olduğu gibi sevinenler ezici çoğunlukta. İslam’ın ezelî rakibi ve düşmanı haçlı sürüleri ve onların yerli piyonları çok üzüldüklerini, bunun Avrupa’ya bir “meydan okuma” olduğunu söyledi. Papa hazretleri(!) “Ayasofya’yı düşünüyorum ve büyük acı duyuyorum” diye buyurmuşlar. İçimizdeki Papa zihniyetliler de; “Bu nedir, 'intikam' mı alıyoruz? 'Dünya mirasının koruması, müze olarak kalması felsefi olarak doğru olandı” deyip haçlı korosuna katılarak içindeki Firavun’un sesini dile getirmiştir.
“Müslüman Türk milletinin haklı ve meşru beklentisi karşılık bulmuş, Ayasofya'nın kapıları hamdolsun ardına kadar açılarak tertemiz alınların secdeyle buluşması sağlanmıştır. Nitekim bugün tarihî bir gün olarak tezahür etmiştir. İnanç haklarımızı, egemenlik kazanımlarımızı tahrip ve taciz etmek maksadıyla kuyruğa giren ülkeler, odaklar ve husumetle beslenen çevreler kaybetmiştir. İrade milletin, karar hukukundur” diyenler de içindeki Musa’nın sesini dile getirmiştir.
Çünkü insanoğlu, bulunduğu inanç havzasına ve beslendiği damara göre fikirlerini şekillendirir. İnsan “inanma veya inanmama” özgürlüğüne sahiptir. Yüce Allah, bizim genlerimize “Takva”yı da “Fücur”u da kodlamıştır (Bak:91Şems:8). Yani Firavun’u da, Musa’yı da içimize yerleştirmiştir. Dileyen beden ülkesinde Firavun’unu iktidar eder, dileyen de Musa’sını… Dileyen Firavun gibi inanır, dileyen Musa gibi…
İşte bizim yapıp ettiklerimiz ve söylediklerimiz, içimizdeki Firavun’dan ya da Musa’dan kaynaklanıyor. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Hak-bâtıl mücadelesi, Firavun-Musa, Ebu Cehil-Hz.Muhammed mücadelesi hep böyle seyretmiştir. Çağlar ve kişiler değişmiş ama mücadelenin şekli değişmemiştir. Onun içindir ki dillendirdiğimiz görüşler kimin sesi oluyor, onu iyi tespit etmemiz ve kime yakın olduğumuzu iyi anlamamız gerekiyor. Bu yönüyle Ayasofya’nın tekrar ibadete kavuşması, asıl kimliklerin ortaya çıkması için turnusol işlevi gördü. Küfrün “tek bir millet” olduğunu tekrar ortaya koydu. Müslümanların lehine olan hiçbir konuda haçlı sürüsü memnun olmamıştır ve olmayacaklardır. Bunun böyle olduğunu Yüce Allah, Hayat Kitabımızda şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin, onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından nefret taşmaktadır; kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür.” (3Âl-i İmran:118).
“Size bir iyilik gelirse bu onları üzer, ama başınıza bir kötülük gelse buna sevinirler. Eğer sabreder/direnir ve muttaki olursanız, onların tuzağı size hiçbir zarar vermez. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (3Âl-i İmran:120).
“Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” (2Bakara:120).
“Bugün dünyada Müslümanlarının düşmanları, tek başına Kureyş ya da diğer Arap kabileleri değildir. Arap ve Acem olmak üzere, yeryüzünün bütün tağutları; hayata hâkim olmaya çalışan, hayatın her alanında varlığını ortaya koymak isteyen Müslümanlara, hepsi topyekûn düşmandır. Uluslararası kapitalizm, siyonizm, masonluk, misyonerlik ve bâtınilik hareketleri ile karşı karşıyadır Müslümanlar...” (Abdülhamid Bilali, Arınma Yolu, s.204, Şafak Yay.)
Dolayısıyla İslam davası bedel ister, imtihanlar verilerek amaca ulaşılır. İmam Şafii’ye “Allah’ın bir kişiyi muktedir kılması mı daha faziletlidir, yoksa bela ile imtihan etmesi mi?” diye sorulunca, şöyle cevap verir: “Hiç kimse bela ile imtihan olunmadan muktedir kılınmaz. Allah’ın selamı üzerlerine olsun, Yüce Mevla; Nuh’u, İbrahim’i, Musa’yı, İsa’yı ve Muhammed’i (sav) bela ile imtihana tabi tutmuştur. Sabredince de onları muktedir kılmıştır. Hiç kimse kesinlikle acı çekmeden kurtulacağını zannetmesin.” (İbni Kayyım el-Cevzi, el-Fevaid, s.269).
İşte Hak taraftarlarının küfre yaranmamaları ve dik duruşlu bir konumda bulunmaları, bela ve imtihanlara karşı bedel ödemeyi gerektirir. Müslümanlar, inanç değerlerini hayata taşırken küfür odaklarının üzücü söz ve filleriyle mutlaka karşı karşıya geleceklerdir. Bu konuda bize düşen, sabırla direnç göstermektir, gevşeyip teslim olmak değildir. Rabbimiz şöyle buyurur: “Kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvalı olursanız, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.” (3Âl-i İmran:186).
Sözün özü şu ki; haçlı sürüsü birbirinin dostu, müminlerin düşmanıdır. Kur’an, bu gerçeği birçok ayetinde haykırmaktadır. “Müslümanlardan olmayanların sürekli olarak müminler aleyhinde çalıştıklarını, onlara zarar verdiklerini ve içlerinde fesat çıkarmaya gayret etiklerini; müminlerin sıkıntıya düşmelerinden memnun olduklarını; müminlerin aleyhinde sürekli olarak propaganda yaptıklarını ve onlara karşı içlerinde kin beslediklerini; kâfirlerin ve münafıkların, müminlerin birlik ve beraberliklerine, başarılarına, zaferlerine ve refahlarına üzüldüklerini; başarısızlıklarına, yenilgi, hastalık ve benzeri sıkıntılarına sevindiklerini” (Bak:3Âl-i İmran:18-20) ısrarla tekrarlamaktadır. Bütün bunlar karşısında bize düşen sabırla direnç göstererek muttaki duruş sergilemektir. Çünkü mü’minin hiçbir hayırlı ameli boşuna değildir. Haydi hayırlısı.